çoğu yetenek ilgiyle başlar, tekrarla gelişir.
ama bu denklemde fiziksel faktörleri tamamen yok saymak da romantiklik olur.
1.60 boyundaki biri nba hayali kurabilir ama gerçekçi olmak zorundadır.
kötü sesli biri nota ezberleyebilir ama sahne karizması başka bir şeydir.
dini bir inancım yok. öldükten sonra bedenim gömülmüş, yakılmış, mars’a fırlatılmış — zerre umrumda değil. ama buna rağmen bu diziyi izledim ve şaşırtıcı biçimde etkilendim.
gassal, ölümle yüzleşmeyi dini bir dogma filtresinden geçirmeden, insanın en kırılgan halini dürüstçe ortaya koyarak anlatıyor. “ölümün sıradanlığı” ile “ölümün ağırlığı” arasındaki o ince çizgide dans ediyor adeta.
esasında bir cenaze hazırlığının ötesinde, hayatla olan bağlarımızı, vedaları ve içimizde bastırdığımız korkuları kurcalayan bir iş.
bilye dönemi, taso dönemi, bayblade dönemi, internet kafe dönemi olarak dörde ayırdığım her dönemin kendine özgü büyüleyici olduğu bir geçiş
Yatmadan önce telefonu tavana doğru tutmak… Ve o kaçınılmaz an telefon elden kayar ve hızla burnuna çakılır. O an fizik kuralları kadar hayat da sorgulanır. Hem fiziksel hem ruhsal çöküş yaşanır. Sabah o telefonu yüzde 3 şarjla elinde bulursun. Çünkü insan bazen acıdan ders almaz, tekrar eder.
hayatım boyunca bariton sandığım sesimin, dışarıdan dinlenince cips poşeti gibi çıkması oldukça sarsıcı
2025 Türkiye’sinden bir diğer “yok artık” vakası.
kayseri’de yaşandığı belirtilen olayda, zihinsel engelli bir kadınla evli olan damat, bir gün eşiyle değil, eşinin annesiyle kaçıyor. olayın skandal boyutu burada da bitmiyor; iddiaya göre kayınvalide hamile kalıyor.
şimdi, bunun ne aile, ne toplum, ne de akıl sağlığı açısından izahı yok. herkesin kafasında aynı soru: “neden?”