Kısa bir paragraf ile öyküyü başlatacağız. Bu entry'den sonra farklı bir kişi gelip öykünün devamını yazacak. Çok uzatmadan kısa kısa yazılacak. Amacımız öyküyü bitirmek değil, öyküyü mümkün olduğunca uzatmak olmalı.
Ben başlıyorum;
Kayseri'de bulunan arkadaşını bu mutlu haberi vermek için aradı, ancak ne kalacak yeri ne de beş kuruşunun olmadığını söyledi arkadaşı bu durumun üstesinden gelebileceklerini belirterek Abuzer'e umut verdi ailesi de elinden geleni yapacağını belirtti ancak Abuzer durumlarının kötü olmasının bilgisinde hayatını idame ettirip bir yerlere gelebilmenin ancak bu yolla olacağını hissediyordu ona göre; yolda olmak, yolda durmaktan daha iyiydi..
Telefonu kapattıktan sonra uzun bir süre pencerenin önünde derin düşüncelere daldı. Ertesi sabah erkenden kalktı. İçinde garip bir heyecan ve kararlılık filizlendi. Sedirin altında duran yıllardır tozlanmış eski valizi çıkardı. İçine ne koyacağını bilemeden uzun süre valize baktı ve sadece 3 gömlek, 2 pantolon, annesinin kucağında çekinmiş fotoğrafını yerleştirdi ve valizin fermuaranı yavaşça çekti gözlerinden süzülen yaşlara engel olamadı.
Valizi kapattıktan sonra annesinin odasına gitti, kapının eşiğinde durdu. Uyuyan annesine sessizce baktı, ardından fısıltıyla, “Hakkını helal et ana,” dedi. Geriye dönmeden evden çıktı. Yağmur hâlâ dinmemişti. Islanarak otobüslerin kalktığı terminale doğru yola düştü.
Gökyüzü, sanki Abuzer'in iç dünyasını yansıtıyordu. Üzerindeki ince mont yağmura yenik düşmüş, iliklerine kadar ıslanmıştı. Peronların birinde Kayseri otobüsünü görünce kalbi hızla çarpmaya başladı. Son parasıyla bir bilet aldı. Otobüse binerken ardına baktı; ne bir el sallayan vardı ne de uğurlayan... Ama içinde, ilk kez kendi yolunu kendi çizmenin gururu vardı.
Abuzer, yol boyunca camdan dışarıyı izledi. Gördüğü manzaraların bir anlamı yoktu aslında. Her şey, gözünün önünden sessizce geçen silik görüntüler gibiydi. Aklı, içinden çıkamadığı düşüncelerle doluydu. Derin bir nefes aldı; zihnini kemiren o endişeler denizine bir kez daha daldı.
Acaba yapabilecek miydi? İnsanlarla arası hiçbir zaman çok iyi olmamıştı. Çevre kurabilecek miydi? Nerede kalacaktı? Okulu en kısa sürede bitirip iş sahibi olmalıydı;...
Kimse devam ettirmedi ben tekrar yazıyorum o zaman belki tekrar canlandırır burayı.
Abuzer, zihninde kıvranan düşüncelerin girdabında kaybolmuşken, aniden bir anons sesiyle irkildi:
“Kayseri’de inecekler, geçmiş olsun!”
Abuzer, ağır adımlarla otobüsten indiğinde. Havanın kuru soğuğu yüzüne çarptığında, bozkırın sıradan rüzgarı olmadığını anladı. O an bir şeyin değiştiğini hissetti; burnuna gelen koku, taşların altından yükselen uğultu… sanki toprağın hafızası harekete geçmişti.
Valizini almak üzere bagaja yöneldi ama orada onu karşılayan, sıradan bir görevli değil, gümüş zırhlar giymiş, yüzü görünmeyen bir figürdü. Abuzer’e doğru eğilerek, kısık bir sesle konuştu:
— “Gecikmedin. Gözlerin hâlâ görebiliyorsa, içeri geçmeden önce soruyu hatırla: Neyi unuttuğunu hatırlıyor musun?”