Eylül ayı geldi mi Anadolu’da kadınların üstüne bir telaş çöküyor, özellikle de annemin. Bu telaş öyle böyle değil; sanki kış ayları değil de kıtlık kapıda, savaş eli kulağında… Oysa şunun şurasında 2-3 ay kış yaşıyoruz, ona da kış denirse tabii. Ama annem, sanki önümüzde en az 6 ay sürecek zorlu bir dağ hayatı varmış gibi salçalar kaynatılıyor, tarhanalar seriliyor, kurutmalıklar ipe diziliyor, turşular kuruluyor. Evde asla bitmeyen hummalı bi...
Balkonda oturuyordum, alt katımızdaki dükkan sahibi abi köpeğini gezdiriyordu. bizim binanın bahçesindeki güllerden birini kopardı, arkasına saklayarak yürüdü. eşine götürecekti belli ki… orta yaşlı bir çift ama hâlâ birbirlerine böyle küçük sürprizler yapabilmeleri, sevgileri… aahh.. içimde bir sıcaklık yayıldı. kalbim biraz eridi, ne kadar tatlı bir ana şahit oldum.
ilk kez kanaviçe yapmaya karar verdim. ne var ki, dedim, ipi iğneye geçir, deliklerden çaprazla geç, mis gibi.
naif bir heves, büyük bir yanılgıymış.
beyaz kumaşa bakıyorsun… ama bakıyorsun. delik nerede, iğne nereye girip nereden çıkacak? gözlerimle kumaş arasında geçen ilk 15 dakika boyunca yemin ederim küçük bir körlük yaşadım.
ayrıca ipliği iğneye geçirme süresi > işleme süresi bu nasıl bir rezalet. ip bir türlü geçmiyor, geçen kıvrılıyor, kıvrılan düğüm oluyor, düğüm olan sinir ediyor.
Bir ülkede hayatlar bu kadar ucuz olmamalı. Yangın alarmı olmayan otellerde, gaz maskesi verilmeyen askerî operasyonlarda, söndürme uçağı olmayan orman yangınlarında insan kaybediyoruz. Üstelik bu olaylar bir istisna değil, neredeyse bir rutine dönüşmüş durumda. Her kriz, hazırlıksız yakalanan bir toplumun acısını yüzümüze çarpıyor. Her felaket, “Bu kez belki öğreniriz” dediğimiz ama hiçbir şeyin değişmediği birer uyarı işareti gibi duruyor önümüzde...
Bazı insanlar vardır. öyle bir özgüven değil bu, başka bir şey… hayat boyu kendilerini sorgulamadan, yaptıkları hiçbir şeyin sorumluluğunu almadan yaşarlar.
Kendi duyguları hep en önemli olandır. kendi yorgunlukları, kendi öfkeleri, kendi ihtiyaçları… senin duyguların mı? ya abartılı bulunur ya da manipülasyon sanılır. empati yoksunu olmakla kalmazlar; seni susturmayı da görev edinirler. çünkü eğer sen konuşursan, onlar kendileriyle yüzleşmek zorunda kalacaklar. Ve onlar bunu hiç ama hiç istemez.
İsterler ki onlar yanlış yapsın, sen göz yum. onlar sana ağır laflar etsin, sen alttan al. sen onların hayatındaki her rolü üstlen — arkadaş ol, sırdaş ol, destek ol, tahammül eşiği ol… ol da ol, ol da ol...
Yasalar susabilir, insanlar görmezden gelebilir, dünya kendi gürültüsüne kapılabilir… Ama vicdan, sessizliğin içindeki en güçlü sestir.
O yargılamaz gibi görünür ama seninle birlikte yaşar.
Hiçbir mahkeme kararı kadar bağlayıcı, hiçbir ceza kadar derin değildir.
Çünkü o, içimizde doğmuş; hakikatin gölgesinde büyümüş bir tanrıdır.
Ve biz, onunla baş başa kaldığımızda gerçeğin ta kendisiyiz.
Tiran, antik Yunanca kökenli bir kelime olup, zorba yönetici anlamına gelir.
Halkın iradesini hiçe sayarak baskıyla yöneten hükümdar ya da liderler için kullanılır. Modern anlamda diktatörle eşdeğer olabilir.
Bugün Gençlik ve Spor Bayramı olarak kutladığımız bu tarih, Atatürk’ün “Bütün ümidim gençliktedir” sözüyle geleceği emanet ettiği gençliğe duyduğu güvenin nişanesidir.
19 Mayıs; geçmişin mirası, bugünün sorumluluğu ve yarının teminatıdır.
Telefonu kapattıktan sonra uzun bir süre pencerenin önünde derin düşüncelere daldı. Ertesi sabah erkenden kalktı. İçinde garip bir heyecan ve kararlılık filizlendi. Sedirin altında duran yıllardır tozlanmış eski valizi çıkardı. İçine ne koyacağını bilemeden uzun süre valize baktı ve sadece 3 gömlek, 2 pantolon, annesinin kucağında çekinmiş fotoğrafını yerleştirdi ve valizin fermuaranı yavaşça çekti gözlerinden süzülen yaşlara engel olamadı.
Tarih boyunca filozoflar, ahlakın insan doğasının bir parçası olduğunu savundular. Vicdan, empati ve adalet duygusu, dinlerden bağımsız olarak da gelişebilir. Yani, insan bir dinin öğretilerine bağlı olmasa da, yine de ahlaki sorumluluklar hissedebilir ve bunlara göre yaşayabilir. Ahlak, insana dair evrensel bir anlayıştır. Bugün, birçok kişi dini kurallara bağlı olsa da, bu kişilerin yaşamlarındaki davranışlar bazen dinin özüne ters düşebiliyor. Namaz kılmak, ...
Sıradan insanların, sıradışı bir inançla toplandığı o yerde;
söz artık sadece birkaç kişinin değil, herkesin hakkıydı.
bir araya gelenler büyük bir yangının ardından,
küllerin içinden bir meşale taşıdı.
o meşale sadece yolu değil,
Köyün geçim kaynağı elma. Tam hasat vakti dolu yağıyor. Elmaların hepsi darbeli, piyasada beş para etmez hale geliyor. Köylü kara kara ne yapacağını düşünürken sahneye köyün öğretmeni giriyor ve şöyle diyor:
“Bu darbeli elmalara öyle bir hikâye yükleyelim ki, kusur değil ayırt edici özellik olsun.”
Sonra paketler şeffaflanıyor, darbeler sergileniyor, üstüne de şöyle yazılıyor:
“Üzerinde Tanrı’nın mührü bulunan elmalar.”
Köylü önce yadı...
Kişinin kendini başkalarından üstün görmesi, fark edilmeden yayılan bir virüs gibi. İnsanları demotive eder, yaratıcılığı köreltir ve güven ortamını yok eder.
Bir pazarlama efsanesi olan Red Bull ile başlayalım.
Red Bull'un kuruluş hikayesi, Avusturyalı bir pazarlama yöneticisi olan Dietrich Mateschitz'in 1980'lerin başında Tayland'a yaptığı bir iş seyahatine dayanıyor. Mateschitz, jet lag (uçuş yorgunluğu) yaşadığı bu seyahatte, yerel olarak popüler olan ve kamyon şoförleri ile işçiler tarafından uyanık kalmak için tüketilen "Krating Daeng" (Kırmızı Gaur) adlı içeceği denedi ve mucizevi iyileştirici etkisinden etkilendi. Orijinal formülü Batı damak tadına uyarlayarak ve Taylandlı iş ortağı Chaleo Yoovidhya ile ortaklık kurarak 1984 yılında Red Bull GmbH'yi kurdu. Yaklaşık üç yıl süren titiz bir formül, ambalaj (gümüş-mavi, ince ve uzun kutu tasarımı) ve marka konumlandırması çalışması sonrasında, Red Bull Enerji İçeceği ilk kez 1 Nisan 1987'de Avusturya'da piyasaya sürüldü ve bu lansman, enerji içecekleri adında yepyeni bir ürün kategorisinin doğuşunu simgeledi. Piyasaya sürüldüğü ilk yıllarda, alışılmadık tadı ve yüksek fiyatı nedeniyle şirket ciddi zararlarla karşılaşmasına rağmen Mateschitz, potansiyele inanmaya devam etti ve markasının kendi pazarını sıfırdan yaratması gerektiğini fark etti. Tayland'daki düşük gelirli işçilere yönelik konumlandırmanın aksine, Red Bull'u Batı'da premium fiyatlı, lüks ve yüksek enerjili bir ürün olarak konumlandırdı ve bu durum Mateschitz'i tamamen gerilla pazarlama stratejisine yöneltti.
Red Bull'un pazarlama dehası, tam anlamıyla gerilla pazarlama taktiklerini temel aldı. Şirket, geleneksel reklamlara büyük bütçeler harcamak yerine, düşük maliyetli ancak yüksek etki yaratan yaratıcı yöntemler kullandı. Bunun en bilinen örneği, ilk yıllarda "Red Bull ekibi" adı verilen üniversite öğrencilerinin işe alınmasıydı. Öğrenciler, üzerinde devasa Red Bull kutusu maketlerinin bulunduğu özel araçlarla (Mini Cooper'lar gibi) üniversite kampüslerinde, kütüphanelerde, barlarda ve gece kulüplerinde gezinerek, doğrudan hedef kitleye ücretsiz ürün örnekleri dağıttılar. Bu, ürünü genç ve trend belirleyici kitle arasında "havalı" ve "aykırı" bir imajla tanıttı ve kulaktan kulağa yayılan devasa bir pazarlama etkisi yarattı. Bir diğer klasik gerilla taktiği ise, markanın popülerlik algısını yaratmak amacıyla özellikle İngiltere'deki yoğun gece kulüplerinin ve barların tuvaletlerine boş Red Bull kutularının bırakılmasıydı. Bu yöntem, tüketicide markanın zaten popüler olduğu izlenimini yaratarak deneme isteğini artırdı.
Bir pazarlama efsanesi olan Red Bull ile başlayalım.
Red Bull'un kuruluş hikayesi, Avusturyalı bir pazarlama yöneticisi olan Dietrich Mateschitz'in 1980'lerin başında Tayland'a yaptığı bir iş seyahatine dayanıyor. Mateschitz, jet lag (uçuş yorgunluğu) yaşadığı bu seyahatte, yerel olarak popüler olan ve kamyon şoförleri ile işçiler tarafından uyanık kalmak için tüketilen "Krating Daeng" (Kırmızı Gaur) adlı içeceği denedi ve mucizevi iyileştirici etkisinden etkilendi. Orijinal formülü Batı damak tadına uyarlayarak ve Taylandlı iş ortağı Chaleo Yoovidhya ile ortaklık kurarak 1984 yılında Red Bull GmbH'yi kurdu. Yaklaşık üç yıl süren titiz bir formül, ambalaj (gümüş-mavi, ince ve uzun kutu tasarımı) ve marka konumlandırması çalışması sonrasında, Red Bull Enerji İçeceği ilk kez 1 Nisan 1987'de Avusturya'da piyasaya sürüldü ve bu lansman, enerji içecekleri adında yepyeni bir ürün kategorisinin doğuşunu simgeledi. Piyasaya sürüldüğü ilk yıllarda, alışılmadık tadı ve yüksek fiyatı nedeniyle şirket ciddi zararlarla karşılaşmasına rağmen Mateschitz, potansiyele inanmaya devam etti ve markasının kendi pazarını sıfırdan yaratması gerektiğini fark etti. Tayland'daki düşük gelirli işçilere yönelik konumlandırmanın aksine, Red Bull'u Batı'da premium fiyatlı, lüks ve yüksek enerjili bir ürün olarak konumlandırdı ve bu durum Mateschitz'i tamamen gerilla pazarlama stratejisine yöneltti.
Red Bull'un pazarlama dehası, tam anlamıyla gerilla pazarlama taktiklerini temel aldı. Şirket, geleneksel reklamlara büyük bütçeler harcamak yerine, düşük maliyetli ancak yüksek etki yaratan yaratıcı yöntemler kullandı. Bunun en bilinen örneği, ilk yıllarda "Red Bull ekibi" adı verilen üniversite öğrencilerinin işe alınmasıydı. Öğrenciler, üzerinde devasa Red Bull kutusu maketlerinin bulunduğu özel araçlarla (Mini Cooper'lar gibi) üniversite kampüslerinde, kütüphanelerde, barlarda ve gece kulüplerinde gezinerek, doğrudan hedef kitleye ücretsiz ürün örnekleri dağıttılar. Bu, ürünü genç ve trend belirleyici kitle arasında "havalı" ve "aykırı" bir imajla tanıttı ve kulaktan kulağa yayılan devasa bir pazarlama etkisi yarattı. Bir diğer klasik gerilla taktiği ise, markanın popülerlik algısını yaratmak amacıyla özellikle İngiltere'deki yoğun gece kulüplerinin ve barların tuvaletlerine boş Red Bull kutularının bırakılmasıydı. Bu yöntem, tüketicide markanın zaten popüler olduğu izlenimini yaratarak deneme isteğini artırdı.
Bu gerilla ruhu, markanın ana stratejisine de yansıdı. Ancak Red Bull'un pazarlama stratejisi, sadece gerilla taktikleriyle sınırlı kalmadı; markayı en üst düzeyde performans, hız ve mükemmellik ile ilişkilendiren büyük bir kurumsal stratejiye dönüştü. Bu stratejinin en önemli ve en görünür ayağı ise Formula 1'e girişi oldu. Red Bull, 2005 yılında Jaguar Racing takımını satın alarak Red Bull Racing'i kurdu ve motor sporlarının zirvesine iddialı bir giriş yaptı. Bu, markanın ekstrem sporlara olan yaklaşımını küresel bir spor sahnesine taşıdı. Formula 1, markanın "Red Bull Kanatlandırır" sloganını, hızın, teknolojinin ve sınırları zorlamanın en üst düzeyde yaşandığı bir platformda sürekli olarak göstermesini sağladı. Yarışların küresel yayınlanma potansiyeli, Red Bull'un logosunu ve ismini her hafta milyonlarca, hatta milyarlarca insanın gözünün önüne getirdi. üründen çok bir yaşam tarzı, enerji ve limitleri zorlama hissi satmaya odaklanıldı. Marka, enerjisini ve bütçesini, Red Bull Air Race (Hava Yarışları), Red Bull Cliff Diving World Series (Uçurum Dalışı Dünya Serisi) ve Felix Baumgartner'ın uzaydan atlayışı olan Red Bull Stratos gibi kendi yarattığı veya sponsor olduğu sıra dışı ve yüksek riskli etkinliklere harcadı.
Bu etkinlikler, markayı doğrudan adrenalin ve yüksek performans ile özdeşleştirdi ve devasa medya kapsamı yaratarak geleneksel reklamların kat kat üzerinde bir etki sağladı. Bu sayede Red Bull, sadece bir içecek değil, aynı zamanda cesaret, macera ve imkansızı başarma kültürünün küresel bir sembolü haline geldi ve enerji içeceği pazarında %40'ın üzerinde pazar payıyla rakipsiz bir imparatorluk kurdu. Marka, gerilla pazarlamayı, düşük bütçeli bir taktik olmaktan çıkarıp, küresel bir marka kimliği yaratmanın temel taşı haline getirdi.
Tablo, 1816 yılında Senegal açıklarında karaya oturan Fransız fırkateyni Méduse'nin kazazedelerinin yaşadığı dramı anlatır. Kaptan ve subayların cankurtaran sandallarıyla kaçmasının ardından, 150 kişi derme çatma bir sala mahkûm edilmiş ve 13 gün boyunca açlık, susuzluk ve yamyamlıkla mücadele etmiştir. Géricault, kurtarılmadan hemen önceki anı, umutsuzluk içindeki figürleri ve en tepede kurtuluş gemisine i�...
Ressam: Théodore Géricault Tarihi: 1818–1819
Tablo, 1816 yılında Senegal açıklarında karaya oturan Fransız fırkateyni Méduse'nin kazazedelerinin yaşadığı dramı anlatır. Kaptan ve subayların cankurtaran sandallarıyla kaçmasının ardından, 150 kişi derme çatma bir sala mahkûm edilmiş ve 13 gün boyunca açlık, susuzluk ve yamyamlıkla mücadele etmiştir. Géricault, kurtarılmadan hemen önceki anı, umutsuzluk içindeki figürleri ve en tepede kurtuluş gemisine işaret eden bir Afrikalı adamı resmederek, olayın dehşetini ve insani trajediyi gözler önüne sermiştir. Romantizm akımının başyapıtlarından olan bu eser, aynı zamanda Fransız monarşisinin yolsuzluğunu ve beceriksizliğini eleştiren politik bir bildiri niteliği taşır. Bugün Paris'teki Louvre Müzesi'nde sergilenmektedir.
Ayrıca öznel olarak 33 yaşıma bastığım gün bu oyunu oynamak, bana bambaşka bir empati kapısı açtı. Oyunun temel hikayesi, Ressam'ın çizdiği sayının "33" olması Gustave karakterinin 33 sayısına taş fırlatması, o karakterlerle aynı kaderi paylaşıyormuşum gibi hissettim. Onlar son görevlerine çıkarken, ben kendi "Expedition 33"'üme, yani hayatımın yeni otuzlu yaşlar seferine başlıyordum. Bu, sadece bir oyun değil, hayatın kırılganlığını, umudu ve kaçın...
Ayrıca öznel olarak 33 yaşıma bastığım gün bu oyunu oynamak, bana bambaşka bir empati kapısı açtı.
Oyunun temel hikayesi, Ressam'ın çizdiği sayının "33" olması Gustave karakterinin 33 sayısına taş fırlatması, o karakterlerle aynı kaderi paylaşıyormuşum gibi hissettim. Onlar son görevlerine çıkarken, ben kendi "Expedition 33"'üme, yani hayatımın yeni otuzlu yaşlar seferine başlıyordum. Bu, sadece bir oyun değil, hayatın kırılganlığını, umudu ve kaçınılmaz sonu kabullenmeyi anlatan felsefi bir deneye dönüştü.
Bu oyun tam anlamıyla beklenmedik bir başyapıt. Fransız stüdyo Sandfall Interactive'in ilk oyunu olmasına rağmen, ortaya koyduğu sanatsal vizyon, yürek burkan hikaye ve dinamik sıra tabanlı dövüş sistemi ile JRPG türüne taze bir soluk getirmiş.
Oyunun hikayesi, Belle Époque Fransa'sından ilham alan, görsel olarak nefes kesici bir dünyada geçiyor. Her yıl bir "Ressam Kadın" uyanıp bir sayı çiziyor ve o yaştan büyük herkes duman olup yok oluyor. Bu yılki sayı 33 ve siz, bu laneti durdurmak için son bir umutla yola çıkan Expedition 33 ekibinin bir parçasısınız. Hikaye; ölüm, kader ve umutsuzluk gibi derin temaları işlerken, karakterlerin alt metinleri o kadar zengin ki, her birinin kişisel motivasyonunu anlamak size ayrı bir keyif veriyor.
Oyunun asıl yıldızı ise dövüş sistemi. Klasik sıra tabanlı yapıyı alıp, içine gerçek zamanlı Quick-Time Event (QTE) mekanikleri ve zamanlamalı aksiyonlar ekleyerek savaşı inanılmaz derecede sürükleyici ve zorlu hale getirmişler. Artık saldırırken veya savunurken sadece menü seçmekle kalmıyor, aynı zamanda doğru zamanda tuşa basmanız gerekiyor. Bu, her savaşı bir strateji ve ritim oyunu harmanına dönüştürüyor.
Bu oyun tam anlamıyla beklenmedik bir başyapıt. Fransız stüdyo Sandfall Interactive'in ilk oyunu olmasına rağmen, ortaya koyduğu sanatsal vizyon, yürek burkan hikaye ve dinamik sıra tabanlı dövüş sistemi ile JRPG türüne taze bir soluk getirmiş.
Oyunun hikayesi, Belle Époque Fransa'sından ilham alan, görsel olarak nefes kesici bir dünyada geçiyor. Her yıl bir "Ressam Kadın" uyanıp bir sayı çiziyor ve o yaştan büyük herkes duman olup yok oluyor. Bu yılki sayı 33 ve siz, bu laneti durdurmak için son bir umutla yola çıkan Expedition 33 ekibinin bir parçasısınız. Hikaye; ölüm, kader ve umutsuzluk gibi derin temaları işlerken, karakterlerin alt metinleri o kadar zengin ki, her birinin kişisel motivasyonunu anlamak size ayrı bir keyif veriyor.
Oyunun asıl yıldızı ise dövüş sistemi. Klasik sıra tabanlı yapıyı alıp, içine gerçek zamanlı Quick-Time Event (QTE) mekanikleri ve zamanlamalı aksiyonlar ekleyerek savaşı inanılmaz derecede sürükleyici ve zorlu hale getirmişler. Artık saldırırken veya savunurken sadece menü seçmekle kalmıyor, aynı zamanda doğru zamanda tuşa basmanız gerekiyor. Bu, her savaşı bir strateji ve ritim oyunu harmanına dönüştürüyor.
Grafikler Unreal Engine 5 ile yapılmış ve her sahne adeta yaşayan bir tablo gibi. Ancak görsellikten daha da etkileyici olan şey, müzikleri. Oyunun soundtrack'i, hikayenin duygusal yoğunluğunu kat kat artıran, olay örgüsüne cuk oturan, incelikle hazırlanmış ezgilere sahip. Şimdiden "Yılın En İyi Müzikleri" ödülünün en güçlü adayı olduğunu söylesek abartmış olmayız.
Eleştirilecek yanları da var elbette; harita ve yön bulma sistemi biraz kafa karıştırıcı olabiliyor ve bazı yerlerde çevresel etkileşim sınırlı kalmış. Ancak bu küçük kusurlar, oyunun genel kalitesi ve atmosferi yanında devede kulak kalıyor.
Günümüzde gelişmiş ekipmanlarla bile zorlu bir tırmanış olan 3916 metrelik Erciyes Dağı’nın zirvesine çıkan ilk Türk kadının hikayesi, azmin ve Cumhuriyet ruhunun en güzel örneklerinden biridir. Bu öncü isim: İlmiye Bergman.
Hikâye, dağcılığın Türkiye’de henüz emekleme aşamasında olduğu, kadınların spor alanında bu denli zorlu mücadelelere girmesinin pek de alışılmadık olmadığı bir dönemde, 26 Temmuz 1936’da Kayseri’de başlıyor. Henüz 22 yaşında olan İlmiye Hanım, o günkü imkânlarla, birçoğu askerlerden oluşan bir grupla tırmanışa katıldı. Öyle ki, grupta Türkiye Cumhuriyeti’nin 5. Cumhurbaşkanı olacak olan dönemin Üsteğmeni Cevdet Sunay da bulunuyordu.
İlmiye Bergman, tüm zorluklara rağmen o heybetli volkanik dağın zirvesine ulaşarak sadece kişisel bir zafer kazanmadı; aynı zamanda kendisine "İlk Türk Kadın Dağcı" unvanını kazandırdı. Onun bu eylemi, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kadına verdiği özgürlük ve bireysel başarı potansiyelinin somut bir göstergesiydi.
Günümüzde gelişmiş ekipmanlarla bile zorlu bir tırmanış olan 3916 metrelik Erciyes Dağı’nın zirvesine çıkan ilk Türk kadının hikayesi, azmin ve Cumhuriyet ruhunun en güzel örneklerinden biridir. Bu öncü isim: İlmiye Bergman.
Hikâye, dağcılığın Türkiye’de henüz emekleme aşamasında olduğu, kadınların spor alanında bu denli zorlu mücadelelere girmesinin pek de alışılmadık olmadığı bir dönemde, 26 Temmuz 1936’da Kayseri’de başlıyor. Henüz 22 yaşında olan İlmiye Hanım, o günkü imkânlarla, birçoğu askerlerden oluşan bir grupla tırmanışa katıldı. Öyle ki, grupta Türkiye Cumhuriyeti’nin 5. Cumhurbaşkanı olacak olan dönemin Üsteğmeni Cevdet Sunay da bulunuyordu.
İlmiye Bergman, tüm zorluklara rağmen o heybetli volkanik dağın zirvesine ulaşarak sadece kişisel bir zafer kazanmadı; aynı zamanda kendisine "İlk Türk Kadın Dağcı" unvanını kazandırdı. Onun bu eylemi, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kadına verdiği özgürlük ve bireysel başarı potansiyelinin somut bir göstergesiydi.
Yıllar sonra bile bu tırmanışın zorluğunu dile getiren Bergman, 2010 yılında plaketle ödüllendirildiğinde şunları söylemişti: "1936 yılında çok zor şartlarda Erciyes'e tırmanmıştım. Şimdi imkanlar daha uygun. Bu sporu herkesin yapmasını isterim."
Kökleri Selçuklu Hanedanına dayanan bu asil kadın, geleneksel sınırları aşarak zorlu bir spor dalında tarih yazdı. 101 yıllık ömrü boyunca bu öncü ruhu taşıyan İlmiye Bergman’ın hikayesi, kadınların azmiyle nelerin başarılabileceğini gösteren ilham verici bir miras olarak yaşamaya devam ediyor.
İkinci Dünya Savaşı'nın en tuhaf kahramanlarından biri, Polonya İkinci Kolordusu'nun resmi personeli olan bir Suriye boz ayısıydı: Er Wojtek. Bu devasa, bira seven savaşçı, sadece bir maskot olmaktan çok uzaktı; tarihin en zorlu cephelerinden birinde askerlere gerçek bir er gibi yardım etti.
Wojtek'in askerlik macerası, 1942 yılında İran'da, annesi ölmüş küçük bir yavruyken başladı. Polonyalı askerler tarafından bulunan ayı, kısa sürede birliğin neşe kaynağı oldu. Adını Lehçede "mutlu savaşçı" anlamına gelen Wojtek koydular ve onu biberonla beslediler. Büyüdükçe favori yiyecekleri bal, meyve ve askerlerin paylaştığı bira oldu; hatta askerlerle güreşmek ve sigara içiyormuş gibi yapmak en büyük eğlencesiydi.
Ayının resmi bir asker olmasının nedeni ise tamamen bürokrasiydi. 1944'te birlik, İtalya'daki kritik Monte Cassino Muharebesi'ne katılmak üzere gemiyle sevk edilecekti. Liman kuralları hayvanların gemiye binmesini yasaklayınca, Polonyalılar pratik bir çözüm buldu: Wojtek'e bir kimlik numarası ve er rütbesi vererek onu resmen askeri personel yaptılar.
İkinci Dünya Savaşı'nın en tuhaf kahramanlarından biri, Polonya İkinci Kolordusu'nun resmi personeli olan bir Suriye boz ayısıydı: Er Wojtek. Bu devasa, bira seven savaşçı, sadece bir maskot olmaktan çok uzaktı; tarihin en zorlu cephelerinden birinde askerlere gerçek bir er gibi yardım etti.
Wojtek'in askerlik macerası, 1942 yılında İran'da, annesi ölmüş küçük bir yavruyken başladı. Polonyalı askerler tarafından bulunan ayı, kısa sürede birliğin neşe kaynağı oldu. Adını Lehçede "mutlu savaşçı" anlamına gelen Wojtek koydular ve onu biberonla beslediler. Büyüdükçe favori yiyecekleri bal, meyve ve askerlerin paylaştığı bira oldu; hatta askerlerle güreşmek ve sigara içiyormuş gibi yapmak en büyük eğlencesiydi.
Ayının resmi bir asker olmasının nedeni ise tamamen bürokrasiydi. 1944'te birlik, İtalya'daki kritik Monte Cassino Muharebesi'ne katılmak üzere gemiyle sevk edilecekti. Liman kuralları hayvanların gemiye binmesini yasaklayınca, Polonyalılar pratik bir çözüm buldu: Wojtek'e bir kimlik numarası ve er rütbesi vererek onu resmen askeri personel yaptılar.
Wojtek, rütbesinin hakkını cephede verdi. Monte Cassino'nun ağır bombardımanı altında, insan askerler zorlanırken, Wojtek yaklaşık 45 kg ağırlığındaki top mermisi sandıklarını omuzlayıp cephe hattına taşıyarak lojistik desteğe inanılmaz bir katkı sağladı. Bu olağanüstü çabası, sadece işleri kolaylaştırmakla kalmadı, aynı zamanda askerlerin moralini de göklere çıkardı.
Savaş bittiğinde Wojtek, birliğiyle birlikte İskoçya'ya gitti ve nihayetinde Edinburgh Hayvanat Bahçesi'ne yerleşti. Ancak eski silah arkadaşları onu sık sık ziyaret ettiğinde, Lehçe seslenişlerini duyar duymaz onları tanır ve heyecanla ayağa kalkardı.
Wojtek, 1963'te vefat etti. Bugün, askeri birliğin resmi ambleminde top mermisi taşıyan bir ayı figürü yer alıyor ve bu "mutlu savaşçının" hikayesi, insan ve hayvan dostluğunun tarihteki en dokunaklı ve tuhaf örneklerinden biri olarak hatırlanmaya devam ediyor.
Zaman zaman half life hikayesine geri dönme ihtiyacı hisseden birisi olarak artık yeterince oynamış ve sinematik izlemek isteyenleri kurtaracak bir belgesel buldum “Makine” adındaki bir youtube kanalının paylaştığı bu belgesel derinlemesine half life hikayesini Türkçe seslendirme ile anlatmakta izlerken hem geçmişe gittim hemde bazı detayları kaçırdığımı gördüm çok kaliteli bir içerik olmuş izleyenlere keyifli seyirler dilerim..
https://youtu.be/y7n6-Qgn2BQ?si=k...
Zaman zaman half life hikayesine geri dönme ihtiyacı hisseden birisi olarak artık yeterince oynamış ve sinematik izlemek isteyenleri kurtaracak bir belgesel buldum “Makine” adındaki bir youtube kanalının paylaştığı bu belgesel derinlemesine half life hikayesini Türkçe seslendirme ile anlatmakta izlerken hem geçmişe gittim hemde bazı detayları kaçırdığımı gördüm çok kaliteli bir içerik olmuş izleyenlere keyifli seyirler dilerim..
https://youtu.be/y7n6-Qgn2BQ?si=kUxXcP3wZuYLeGRE
Jan Matejko’nun asıl adı “Stańczyk” olan, tam adıyla “Kraliçe Bona’nın sarayındaki baloda, Smolensk’in kaybı karşısında Stańczyk” tablosu, Polonya’nın çöküş dönemini simgeleyen en güçlü eserlerinden biridir; normalde saraylarda eğlenceyi ve kahkahayı temsil eden soytarı Stańczyk’in bile derin bir suskunluk ve hüzünle resmedildiği bu sahne, devletin içten içe yıkılışını ve yaşanan trajedinin ağırlığını anlatır. Matejko, ayrıntılarla ...
Jan Matejko’nun asıl adı “Stańczyk” olan, tam adıyla “Kraliçe Bona’nın sarayındaki baloda, Smolensk’in kaybı karşısında Stańczyk” tablosu, Polonya’nın çöküş dönemini simgeleyen en güçlü eserlerinden biridir; normalde saraylarda eğlenceyi ve kahkahayı temsil eden soytarı Stańczyk’in bile derin bir suskunluk ve hüzünle resmedildiği bu sahne, devletin içten içe yıkılışını ve yaşanan trajedinin ağırlığını anlatır. Matejko, ayrıntılarla dolu tarih resimleriyle bir milletin hafızasını diri tutarken, bu eserle yalnızca Polonya’nın değil, yozlaşma ve çözülme yaşayan her devletin kaderine dair evrensel bir uyarı verir..
Açıkçası genel skorlardan ziyade yazarlardan oynadıkları ve sevdikleri oyunları sıraladıkları bir başlık açmak istedim çünkü dışarıdan edinilen fikirler yerine insanların kendi fikirleri daha kişisel olabiliyor örneğin ben çok dinamik bir şekilde oyun mekaniğinin değişmesinden çok hoşlanıyorum lego oyunlarında her karakterin farklı oyun mekaniklerinin olması oyunu çok değişken hale getirebiliyor bu sebeple belkide bu başlıktan başkasından da ilk kez ilham alıp oynayacağımız oyunlar da olabilir.
1. The Legend of Zelda: Breath of the Wild
2. Cyberpunk 2077
3. Lego: Avengers
Açıkçası genel skorlardan ziyade yazarlardan oynadıkları ve sevdikleri oyunları sıraladıkları bir başlık açmak istedim çünkü dışarıdan edinilen fikirler yerine insanların kendi fikirleri daha kişisel olabiliyor örneğin ben çok dinamik bir şekilde oyun mekaniğinin değişmesinden çok hoşlanıyorum lego oyunlarında her karakterin farklı oyun mekaniklerinin olması oyunu çok değişken hale getirebiliyor bu sebeple belkide bu başlıktan başkasından da ilk kez ilham alıp oynayacağımız oyunlar da olabilir.
1. The Legend of Zelda: Breath of the Wild
2. Cyberpunk 2077
3. Lego: Avengers
4. Red Dead Redemption 2
5. Super Mario Odyssey
Bazı ürünlerin doğduğu ülkede global bir markaya dönüşememesini hep ilginç bulmuşumdur. Espresso, pizza, hamburger, döner, baget… Liste uzar gider. Çoğu kendi kültüründe küçük işletmelerin elinde kalıyor, ama aynı şey bir Amerikan şirketinin elinde birden “dünya markası”na dönüşebiliyor.
Bence bunun birkaç nedeni var. En başta dil ve anlatı gücü geliyor. İngilizce küresel bir dil ve Amerikan kültürü “herkese hitap eden” bir hikâye kurmayı çok...
Bazı ürünlerin doğduğu ülkede global bir markaya dönüşememesini hep ilginç bulmuşumdur. Espresso, pizza, hamburger, döner, baget… Liste uzar gider. Çoğu kendi kültüründe küçük işletmelerin elinde kalıyor, ama aynı şey bir Amerikan şirketinin elinde birden “dünya markası”na dönüşebiliyor.
Bence bunun birkaç nedeni var. En başta dil ve anlatı gücü geliyor. İngilizce küresel bir dil ve Amerikan kültürü “herkese hitap eden” bir hikâye kurmayı çok iyi biliyor. Starbucks’ın espressoyu, McDonald’s’ın hamburgeri, Domino’s’un pizzayı bir deneyimle paketlemesi tesadüf değil. Ürün artık sadece yiyecek değil, bir yaşam tarzı gibi satılıyor..
son zamanlarda oldukça sık karşıma çıkan yapay zeka görseli ile kendini aksiyon figürlere benzeten pek çok içerik ile karşılaştım bunu chat gpt ile yapıldığını sanmıştım ama gemini yapıyormuş gerçekten görsel anlamda bir adım daha iyi durumda ve tutarlı gibi şimdi konuyu uzatmadan aşağıda verdiğim promptu kullanarak kendi resminizin aksiyon figür görselini üretmeniz mümkün görsel olarakta nasıl sonuç vereceğini merak edenler için de örnek ekledim..
site: https://gemini.google.com/
son zamanlarda oldukça sık karşıma çıkan yapay zeka görseli ile kendini aksiyon figürlere benzeten pek çok içerik ile karşılaştım bunu chat gpt ile yapıldığını sanmıştım ama gemini yapıyormuş gerçekten görsel anlamda bir adım daha iyi durumda ve tutarlı gibi şimdi konuyu uzatmadan aşağıda verdiğim promptu kullanarak kendi resminizin aksiyon figür görselini üretmeniz mümkün görsel olarakta nasıl sonuç vereceğini merak edenler için de örnek ekledim..
site:
https://gemini.google.com/
prompt:
Create a 1/6 scale commercialized figurine of the characters in the picture, in a realistic style, in a real environment. The figurine is placed on a computer desk. The figurine has a round transparent acrylic base, with no text on the base. The content on the computer screen is the ZBrush modeling process of this figurine. Next to the computer screen is a BANDAl-style toy packaging box printed with the original artwork. The packaging features two-dimensional flat illustrations.
Yüksek enflasyonun en büyük illüzyonu şudur: Orta sınıf fakirleştikçe, dışarıdan bakan birine göre hâlâ zenginmiş gibi gözükmeye devam eder. Birikim yaptıkça, hayalindeki eşyaların ve metaların giderek kendinden uzaklaştığını fark eder. Bu yüzden parasını gezmeye, eğlenceye ve kıyafete harcar. Aslında bu bir tür “öğrenilmiş çaresizlik”tir; birikim yapmak, hayallerin ulaşılmaz olduğunu görmekle sonuçlanır ve insanlar kısa vadeli tatminlerle denge ...
Yüksek enflasyonun en büyük illüzyonu şudur: Orta sınıf fakirleştikçe, dışarıdan bakan birine göre hâlâ zenginmiş gibi gözükmeye devam eder. Birikim yaptıkça, hayalindeki eşyaların ve metaların giderek kendinden uzaklaştığını fark eder. Bu yüzden parasını gezmeye, eğlenceye ve kıyafete harcar. Aslında bu bir tür “öğrenilmiş çaresizlik”tir; birikim yapmak, hayallerin ulaşılmaz olduğunu görmekle sonuçlanır ve insanlar kısa vadeli tatminlerle denge kurmaya çalışır. Bu yüzden kafelerde, restoranlarda ya da marketlerde insanlar görürüz; artık ev ve araba almaktan vazgeçmiş, ulaşamayacağına inanmış bir orta sınıf vardır karşımızda.
Kayseri yemek kültürü denince akla mantı, yağlama gibi pek çok özel lezzet geliyor ama iş iyi restoran bulmaya gelince seçenekler biraz sınırlı kalabiliyor. Yine de şehrin içinde öne çıkan bazı güzel noktalar var. Mesela Develi cıvıklısını denemek isteyenler için Bereket Develi Cıvıklısı restoranı gerçekten tavsiye edilebilir. Bir marketin içerisinden asansörle çıkılarak ulaşılıyor, içerisi oldukça nezih ve lezzet konusunda da beklentiyi karşılıyor. Ö...
Kayseri yemek kültürü denince akla mantı, yağlama gibi pek çok özel lezzet geliyor ama iş iyi restoran bulmaya gelince seçenekler biraz sınırlı kalabiliyor. Yine de şehrin içinde öne çıkan bazı güzel noktalar var. Mesela Develi cıvıklısını denemek isteyenler için Bereket Develi Cıvıklısı restoranı gerçekten tavsiye edilebilir. Bir marketin içerisinden asansörle çıkılarak ulaşılıyor, içerisi oldukça nezih ve lezzet konusunda da beklentiyi karşılıyor. Özellikle sıcak ve taze servis edilen develi cıvıklısı Kayseri’de mutlaka tadılması gereken lezzetlerden biri.
https://maps.app.goo.gl/ePhfFZTaJJcmVabVA?g_st=ipc
Apple’ın 2025 Eylül ayında tanıtması beklenen iPhone 17 serisi, önceki modellere göre daha ince, daha güçlü ve yapay zekayla daha entegre bir deneyim sunmaya hazırlanıyor. Bu yıl seride dört farklı model olacak: iPhone 17, iPhone 17 Pro, iPhone 17 Pro Max ve ilk kez göreceğimiz iPhone 17 Air.
iPhone 17 Air modeli, Apple’ın “Plus” modelinden vazgeçip daha ince ve şık bir cihaz tasarladığı yeni bir konsept olarak öne çıkıyor. Yaklaşık 6,6 inç ekran boyutuna sahip bu modelin kalınlığı 6 mm'nin altına düşebilir. Serideki diğer ekran boyutları şöyle: iPhone 17 ve 17 Pro 6,3 inç, Pro Max ise 6,9 inç. Tüm modellerde 120 Hz ProMotion destekli LTPO OLED ekran kullanılıyor.
Donanım tarafında, iPhone 17 ve Air modellerinde A19 işlemcisi, Pro ve Pro Max modellerinde ise daha güçlü A19 Pro çipi yer alacak. Bu çipler TSMC’nin 3nm üretim teknolojisiyle geliyor. RAM tarafında ise iPhone 17 8 GB, diğer tüm modeller 12 GB RAM ile donatılacak.
Apple’ın 2025 Eylül ayında tanıtması beklenen iPhone 17 serisi, önceki modellere göre daha ince, daha güçlü ve yapay zekayla daha entegre bir deneyim sunmaya hazırlanıyor. Bu yıl seride dört farklı model olacak: iPhone 17, iPhone 17 Pro, iPhone 17 Pro Max ve ilk kez göreceğimiz iPhone 17 Air.
iPhone 17 Air modeli, Apple’ın “Plus” modelinden vazgeçip daha ince ve şık bir cihaz tasarladığı yeni bir konsept olarak öne çıkıyor. Yaklaşık 6,6 inç ekran boyutuna sahip bu modelin kalınlığı 6 mm'nin altına düşebilir. Serideki diğer ekran boyutları şöyle: iPhone 17 ve 17 Pro 6,3 inç, Pro Max ise 6,9 inç. Tüm modellerde 120 Hz ProMotion destekli LTPO OLED ekran kullanılıyor.
Donanım tarafında, iPhone 17 ve Air modellerinde A19 işlemcisi, Pro ve Pro Max modellerinde ise daha güçlü A19 Pro çipi yer alacak. Bu çipler TSMC’nin 3nm üretim teknolojisiyle geliyor. RAM tarafında ise iPhone 17 8 GB, diğer tüm modeller 12 GB RAM ile donatılacak.
Kamera tarafı özellikle Pro Max modelinde ciddi bir sıçrama içeriyor. Üçlü 48 MP (ana, ultra geniş, telefoto) kamera kurulumu, 8K video kaydı desteği ve değişken diyafram açıklığı gibi profesyonel düzeyde özelliklerle geliyor. Tüm modellerde ise 24 MP ön kamera standart hale geliyor.
Batarya konusunda Apple, ultra ince kasa nedeniyle bazı modellerde daha düşük kapasitelere yönelmiş durumda. Örneğin iPhone 17 Air’in bataryası yalnızca 2900 mAh civarında olacak. Ancak pil değişimi artık daha kolay çünkü Apple, düşük ısıda sökülebilen yeni bir yapıştırıcı sistemi kullanmaya başlıyor. Kablosuz şarjda ise Qi 2.2 standardı sayesinde 25 W seviyelerine ulaşılıyor.
Yazılım tarafında iOS 19 ile birlikte gelen Apple Intelligence, cihaz içi çalışan yapay zeka özelliklerini kullanıcılara sunacak. Metin düzenleme, görsel içerik oluşturma, canlı çeviri, akıllı yanıtlar ve kişiselleştirilmiş emoji üretimi gibi birçok işlev bu sistemle birlikte geliyor. Pro modeller ayrıca gelişmiş LiDAR sensörleri ve AR destekleriyle artırılmış gerçeklik deneyimini daha da ileri taşıyacak.
Tasarım açısından Apple bu yıl özellikle Air ve Pro modellerde ince ve hafif yapıyı ön plana çıkarıyor. Arka kamera tasarımı da yatay konumlandırılmış uzun bir bar halini alabilir. Titanyum gövdeden vazgeçilip alüminyum tabanlı yeni yüzey materyallerine geçileceği konuşuluyor. Yeni renk seçenekleri arasında ise mor ve yeşil tonları öne çıkıyor.
Tanıtım tarihi için 9 Eylül 2025 işaret ediliyor. Ön siparişlerin 12 Eylül’de başlayıp 19 Eylül’de satışa çıkması bekleniyor.
Kısacası iPhone 17 serisi, donanım ve yazılım tarafında oldukça kapsamlı bir yenilenme ile geliyor. Apple’ın “Air” modeliyle çizdiği yeni segment, hem estetik hem teknik olarak dikkat çekecek gibi duruyor.
Son günlerdeki sıcaklıkların bize 10 sene kadar yeteceğini düşünüyorum bu yüzden yeni talebim 10 yıl yaz olmaması yönünde. kararlar meclisinin gereğini yapmasını arz ederim
Yılmaz Özdil: "Türkiye'de son 6 ayda olanlar herhangi bir Avrupa ülkesinde 60 senede bile olmuyor.
Yangın alarmı yok otelde ölüyoruz, gaz maskesi yok askeri operasyonda ölüyoruz, söndürme uçağı yok orman yangınında ölüyoruz.”
Uzun süre düşündüm bu konular hakkında ne yazılmalı diye Türkiye’nin son dönemde yaşanan bu üzücü yangınları için söylenebilecek en nitelikli eleştiriyi Yılmaz Özdil söylemiş müdahaleler oldukça ilkel kalıyor halk çare...
Yılmaz Özdil: "Türkiye'de son 6 ayda olanlar herhangi bir Avrupa ülkesinde 60 senede bile olmuyor.
Yangın alarmı yok otelde ölüyoruz, gaz maskesi yok askeri operasyonda ölüyoruz, söndürme uçağı yok orman yangınında ölüyoruz.”
Uzun süre düşündüm bu konular hakkında ne yazılmalı diye Türkiye’nin son dönemde yaşanan bu üzücü yangınları için söylenebilecek en nitelikli eleştiriyi Yılmaz Özdil söylemiş müdahaleler oldukça ilkel kalıyor halk çare bulmaya çalışıyor.
https://erciyessozluk.com/baslik=dunya-kararlar-meclisi?entry=628
İtiraz ediyorum tek bir ülkenin çıkarları düşünülmüş bir önergenin kabul edilemesini meclis vicdanına bırakarak kutupların kış kalmasına onun dışındaki alanların en kötü ihtimalle 5 sene 24 derece hava sıcaklığı talebinde bulunuyorum
Abuzer, ağır adımlarla otobüsten indiğinde. Havanın kuru soğuğu yüzüne çarptığında, bozkırın sıradan rüzgarı olmadığını anladı. O an bir şeyin değiştiğini hissetti; burnuna gelen koku, taşların altından yükselen uğultu… sanki toprağın hafızası harekete geçmişti.
Valizini almak üzere bagaja yöneldi ama orada onu karşılayan, sıradan bir görevli değil, gümüş zırhlar giymiş, yüzü görünmeyen bir figürdü. Abuzer’e doğru eğilerek, kısık bir sesle konuştu:
— “Gecikmedin. Gözlerin hâlâ görebiliyorsa, içeri geçmeden önce soruyu hatırla: Neyi unuttuğunu hatırlıyor musun?”
Abuzer, ağır adımlarla otobüsten indiğinde. Havanın kuru soğuğu yüzüne çarptığında, bozkırın sıradan rüzgarı olmadığını anladı. O an bir şeyin değiştiğini hissetti; burnuna gelen koku, taşların altından yükselen uğultu… sanki toprağın hafızası harekete geçmişti.
Valizini almak üzere bagaja yöneldi ama orada onu karşılayan, sıradan bir görevli değil, gümüş zırhlar giymiş, yüzü görünmeyen bir figürdü. Abuzer’e doğru eğilerek, kısık bir sesle konuştu:
— “Gecikmedin. Gözlerin hâlâ görebiliyorsa, içeri geçmeden önce soruyu hatırla: Neyi unuttuğunu hatırlıyor musun?”
Refleksle başını çevirip çevresine bakındı. Belki bu tuhaflık birilerinin dikkatini çekmiştir diye düşündü. Ama hayır… Otobüsten inen yolcular kendi telaşlarıyla meşguldü. Kimisi valizini çekerken, kimisi aceleyle gar binasına yönelmişti. Genç bir çift, selfie çekerken gülüyordu. Yaşlı bir teyze, bir bankta dua ediyordu.
.
Hiçbiri… Hiçbiri, zırhlı o garip görevliyi görmemiş gibiydi. Hatta Abuzer bile bir an kendi aklından kuşkulanır gibi oldu.
Hemen görevliye döndü. “Görevli” hâlâ orada mıydı?
Yoktu.
Bagaj kapağının yanında duran kimse kalmamıştı. Ne bir zırh parıltısı, ne bir iz… sadece donuk sarı ışığın altında, hafifçe savrulan bir toz bulutu.
Bir an için, rüzgarın kulağına fısıldadığına yemin edebilirdi:
— “Geç kalma…”
Abuzer derin bir nefes aldı. Kalbi biraz hızlı atıyor, elleri hafifçe titriyordu. Ama nedense bir adım geri atmaktansa, valizini kavrayıp gar binasına doğru yürümeye başladı. İçinde, adını koyamadığı bir merak, bir çağrı vardı.
Bir insanın sizi nasıl biri olarak gördüğünü, onun için neyi temsil ettiğini anlamak istiyorsanız onun size attığı postları analiz edin. Bunu kendi arkadaşlarımın bana attığı postlardan yola çıkarak farkettim. Adana'dan tanıdığım ama şu anda farklı şehirlerde olduğumuz için eskisi kadar sık görüşemediğim bir arkadaşım var benzer müzik tarzlarını dinliyorduk ve ikimiz de kara mizah seviyorduk. Bana attığı postların skalası da bu yönde. Ya Adana ile i...
Bir insanın sizi nasıl biri olarak gördüğünü, onun için neyi temsil ettiğini anlamak istiyorsanız onun size attığı postları analiz edin. Bunu kendi arkadaşlarımın bana attığı postlardan yola çıkarak farkettim. Adana'dan tanıdığım ama şu anda farklı şehirlerde olduğumuz için eskisi kadar sık görüşemediğim bir arkadaşım var benzer müzik tarzlarını dinliyorduk ve ikimiz de kara mizah seviyorduk. Bana attığı postların skalası da bu yönde. Ya Adana ile ilgili bir şey ya metal müzik ya da dark mizah atıyor bana, bu demek ki onun için ben Adana'dan bir hatırayım ve o zaman birbirimizle paylaştığımız şeyler beni hatırlattığı için paylaşıyor. Başka bir arkadaşımla oyunlae hakkınds çok konuşurduk. Bana sadece oyunlarla ilgili yeni gelişmeleri paylaşıyor. İş yerinde tanıştığım insanlar bana iş hayatıyla ilgili şeyler atıyor. Bilinçli olmayarak yapılan bu davranış bir insanın sizi ne gözle gördüğünü anlatmakta büyük bir araç. Bir insanın size ne kadar yakın olduğunu, onunla ne kadar şey paylaştığınızı, size olan yakınlığı bu yolla bir nebze de olsa anlaşılabilit kullanın bunu :)
Henüz takip ettiğiniz başlık bulunmuyor.
Başlıkları takip etmek için başlık sayfasındaki takip butonunu kullanabilirsiniz.