yunuskarakoc

yunuskarakoc

admin

üyelik: 26.03.2025 son giriş: 37 dakika önce

65 entry
46 başlık
137 beğeni
yunuskarakoc'in entryleri
ghost of tsushima
13 saat önce

Seven Samurai ve Zatoichi gibi filmlerin hayranı olarak pek objektif bir görüş sunamasam da, benim kadar samuray kültürüne uzak olan pek çok oyuncuyu bile ambiyansıyla içine çekebilen Sucker Punch yapımı bu samuray oyunu, oldukça etkileyiciydi.

Ghost of Tsushima’nın hikâyesi, Moğolların saldırısına uğrayan Japonya’nın küçük bir adası olan Tsushima’da geçiyor. Oyundaki “Ghost” lakabı ise tamamen sizin tercihinize bağlı olarak şekillenebiliyor. Oynanış size iki yol sunuyor: Gizlilikle ilerlemek ya da doğrudan düşmana bağırarak saldırmak.

Ancak unutulmaması gereken bir detay var: Samuray kültüründe gizlilik, bir tür ihanettir. Bu nedenle oyunun hikâyesi, düşmanlara önceden haber vererek onurlu bir şekilde savaşmanı bekleyen bir yapıya sahip.

Oyunu %100 tamamlamak için bazı tekrar eden mini oyunları oynamak zaman zaman sıkıcı olsa da, hikâye oldukça akıcı ve oyun mekaniği son derece keyifliydi.

Darısı “Ghost of Yotei”ye… Umarım bu yeni oyunda da aynı atmosfer ve oynanış deneyimi başarıyla devam ettirilmiştir.

yedinci mühür
4 gün önce

ölüm kavramını insan zihninin en sembolik yüzleşmelerinden biriyle buluşturan ikonik bir tema. bu temanın en çarpıcı örneği ise ingmar bergman’ın 1957 tarihli det sjunde inseglet yani yedinci mühür filminde karşımıza çıkar.

filmde, haçlı seferlerinden yorgun ve inançsız bir şekilde dönen bir şövalye olan antonious block, veba salgınının kasıp kavurduğu isveç kıyılarına adım atar. orada karşısına çıkan siyah cüppeli ölüm figürüne meydan okuyarak onunla bir satranç oyunu başlatır. bu oyunun sonucu şövalyenin kaderini belirleyecektir. bu anlatı, ölüm karşısındaki insan direncini, anlam arayışını ve kaçınılmaz sona karşı verilen son entelektüel mücadeleyi simgeler.

bergman bu sahneyi yaratırken yalnızca dramatik bir anlatım kurmamış, aynı zamanda görsel olarak da unutulmaz bir imge oluşturmuştur. yönetmenin bu ikonik sahne için ilham aldığı eser ise albertus pictor adlı ortaçağ isveçli bir ressama ait bir kilise duvar çizimidir. tablonun adı: “death playing chess” (ölüm satranç oynuyor). bu fresk, 15. yüzyılda täby kilisesi’nin duvarına işlenmiş olup ölümle karşı karşıya gelen bir adamı, satranç tahtası başında resmeder.

bergman, çocukken bu resmi sık sık gördüğünü ve zihninde iz bıraktığını dile getirir. zamanla bu görüntü, onun sanatsal düşünce dünyasında “ölümle hesaplaşma” metaforuna dönüşmüştür.

günümüzde bu sahne sadece sinema tarihine değil, ölüm ve sanat ilişkisine dair tüm disiplinlere yayılan güçlü bir sembol halini almıştır. ölümle satranç oynamak artık sadece bir film sahnesi değil; varoluşsal sorgulamaların, insan bilincinin trajikomik iradesinin bir temsili olarak kabul görmektedir.

yapay zeka influencer dönemi
5 gün önce

google’ın veo 3 isimli video yapay zekasını tanıtmasından sonra sosyal medya, özellikle instagram keşfet bölümü, yapay zeka ile hazırlanmış içeriklerle dolup taştı. başlangıçta etkileyici ve çığır açıcı gibi görünse de, zamanla bu alanın da diğer trendlerde olduğu gibi bir doygunluk noktasına ulaşacağı aşikâr.

şu anda keşfette karşıma sürekli yapay zeka röportajları, deepfake sunucular, promptlarla üretilmiş sahte röportajlar çıkıyor. bazıları gerçekten iyi, bazıları ise sadece “çıkmış olmak için çıkmış” içerikler. bu noktada içerik kalitesi, izleyiciyle kurulan bağ ve yaratıcılık belirleyici olacak. kalitesiz işler tıpkı geçmiş dönemlerdeki “herkesin podcast yaptığı dönem” gibi bir süre sonra elenecek.

benim şu an vongo isminde takip ettiğim bir yapay zeka maymun influencer var, evet, yanlış duymadınız: bir maymun. ama içerikleri o kadar düzenli, akış o kadar sağlam ki, gerçekten keyif alıyorum. bu, aslında yeni dönemin bir ön izlemesi gibi. eskiden komedyen, müzisyen ya da fotoğrafçı takip ederdik; artık belki de yapay zekaların yönettiği dijital karakterler takip edilecek.

önümüzdeki dönemde “hangi yapay zeka influencer’ı takip ediyorsun?” gibi sorular gündelik sohbetin bir parçası olacak gibi duruyor. belki de “insan içerik üreticiler” sadece niş bir kitleye hitap edecek. zaman gösterecek ama artık yapay zekaların influencer olduğu bir döneme resmen adım attık.

yap-işlet-devret modeli
7 gün önce

“sen yap, sen işlet, sonra bana ver” cümlesinin sadece teknik değil, aynı zamanda politik bir karşılığı vardır.

Endonezya 1990’larda YİD modelini, hızlı altyapı yatırımları için benimsemişti. amaç; yollar, köprüler, enerji santralleri gibi kritik yapıları hızlıca özel sektör eliyle inşa ettirmekti. ama işler kağıt üstünde olduğu gibi gitmedi.

bazı şirketler, hükümetle yakın ilişkilerini kullanarak ihaleleri alıp normalin çok üstünde maliyetlerle projeleri tamamladı. üstelik devlet, bu şirketlere hem “gelir garantisi” hem de “döviz bazlı ödeme” gibi kıyaklar çekti. Devlet yetkilileri şirketle aynı fotoğrafta poz verdi.

yani model “devlet yatırımı gibi görünen ama özelleştirilmiş kar mekanizması” haline geldi. kazanan: müteahhit ve onun politik bağlantıları. kaybeden: halk ve doğa oldu.

bayhan
8 gün önce

[bayhan] içerisinde entry alıntısı Farklı bir bakış açısı tabi herkes için sanat aynı anlama gelmiyor ancak bence sanatçının ahlaklı ve iyi olduğunu bilmek şahsım adına sanatını yücelten ve daha anlamlı kılan bir eylemdir

asgari ücrete ara zam
10 gün önce

temmuz ayı yaklaşırken özellikle alım gücünün hızla düştüğü bu dönemde, asgari ücretlilerin gözü kulağı hükümetten gelecek bir “ara zam” açıklamasına çevrilmişti. enflasyonun resmi rakamlar haricinde cep yaktığı bir ortamda milyonlarca kişi için bu zam adeta hayati önem taşıyor.

ancak hazine ve maliye bakanı mehmet şimşek’in son açıklamaları umutları büyük ölçüde kırdı. ara zam gündemimizde yok mesajını net olarak verildi. gerekçe olarak da ücret artışlarının enflasyonu körükleyici etkisi gösteriliyor. yani klasik “ücretler artarsa enflasyon artar” söylemi bir kez daha masada.

buna karşın sokaktaki gerçekler çok daha sert: asgari ücret, açlık sınırının bile altında kalmış durumda. bir yandan geçim savaşı veren milyonlar, diğer yanda mali disiplin vurgusu yapan ekonomi yönetimi…

hayat
11 gün önce

Hayat, çoğu zaman sürgün yediğimiz yere geri dönme çabasıdır. Cennetten kovulduğuna inanan insan, Tanrı’yı arar. İşten ayrılan bir adam eski düzenini, terk edilmiş bir kadın sevildiği günleri, annesinin sevgisini bulamamış bir çocuk ise hak ettiği ilgiyi arar. Hepsi, bir şekilde evine dönmek ister.

Oysa Şule Gürbüz’ün de dediği gibi: “İnsan ara sıra evini yakmalı ve çıkıp seyretmeli.”

/Aytuğ Akdoğan’dan alıntıdır./

omurgalı olmak
13 gün önce

herkesin diline pelesenk olmuş ama uygulaması zor bir duruş biçimi. genelde şu anlamlara gelir:

doğru bildiğinden şaşmamak,

baskı karşısında eğilmemek,

çıkarlar için kişiliğinden ödün vermemek,

rüzgâr ne taraftan eserse o tarafa dönmemek.

politikada, iş dünyasında, sosyal ilişkilerde ve hatta gündelik hayatta bile büyük önem taşır. ama ne yazık ki omurgalı duruş, çoğu zaman "kaybettirir." çünkü eğilmeyen, bükülmeyen insanlar; sistemin ya da kalabalığın işine gelmez.

bir kişinin omurgalı olup olmadığı kriz anlarında belli olur. herkesin elini taşın altına koyduğu, çıkarların çarpıştığı, baskının arttığı zamanlarda eğilip bükülmeyen, yalan söylemeyen, iki yüzlü davranmayan kişidir omurgalı olan.

yalnız kalmak mı? yüksek ihtimal. ama gece kafanı yastığa koyduğunda huzurla uyursun.

bir de şu vardır: omurgalı duruş, sürekli çatışmak ya da her şeye "hayır" demek değildir. gerektiğinde uzlaşabilmek ama yine de çizgilerini koruyabilmektir. kırmadan, dökmeden, ama gerektiğinde sertçe hayır diyebilmektir.

bayhan
15 gün önce

popstar türkiye gibi reyting uğruna insanların hayatlarıyla oynanan bir yarışmada, geçmişi yüzünden linç edilen; medya tarafından dışlanan, jüri üyeleri tarafından aşağılanan bir adamdı o. sırf hayatı diğerlerinden “farklı” diye, müzikle kendini yeniden inşa etmeye çalışan bir insana toplumun nasıl acımasız olabileceğini izledik hep beraber. ama bayhan, o linçin içinden alnı ak, duruşu bozulmadan çıktı.

ne isyan etti, ne de kendini küçülttü. içine kapanmadı ama kimseye yaranmaya da çalışmadı. kendini “temiz göstermek” uğruna yapmacıklıkla değil, samimiyetle, yıllar süren müzikal emeğiyle var etti. ona yapılan haksızlıklar, bir başkasını silikleştirirdi; oysa bayhan daha da parladı. çünkü o zaten “meşhur olmak” için değil, “şarkı söylemek” için vardı.

bugün hâlâ geçmişiyle yüzleşip onunla barışmış bir sanatçı olarak karşımızda. ruhunda ne kibir, ne öfke… sadece hayatın sertliğine rağmen incelmiş bir yürek, olgun bir duruş ve zamana direnen bir ses var.

kısacası bayhan, bu ülkede sadece sesiyle değil, gördüğü linçlere rağmen sapasağlam kalabilmesiyle de örnek bir figürdür. herkese rağmen kendisi kalabilmiş nadir insanlardan. ve bu dünyada kendin kalabilmek, en az iyi şarkı söyleyebilmek kadar değerlidir.

türk kahvesi
16 gün önce

tek fincanla asla yetmeyen, garsona “double türk kahvesi” dedirttiren, kahveyle olan ilişkimi sorgulamama sebep olan milli içeceğimiz. bazen diyorum ki “ben en büyük hatayı büyük fincanda içerek yaptım çünkü beni durduran o küçük fincanmış?”

espresso’nun osmanlı görmüş versiyonu. içerken kendisiyle birlikte azıcık telve, biraz da geçmiş geliyor. çünkü türk kahvesi öyle dümdüz içilip kalkılan bir şey değil; yanında su gelir, lokum gelir, fal gelir, geçmişten travmalar gelir.

yeni türkiye
18 gün önce

Son yıllarda hızla artan göç dalgasıyla birlikte toplumsal dengelerde ciddi kırılmalar yaşandığını gözlemlemek mümkün.

Özellikle ekonomik ve kültürel yapıda meydana gelen değişimler, birçok vatandaşta “artık bu ülkede kendi kimliğimi ifade ederken bile tedirgin oluyorum” hissi uyandırıyor.

Bu göçlerin sadece insani değil, aynı zamanda sosyolojik ve politik yansımaları da oluyor.

Ekonomik uçurumun giderek büyümesi, orta direğin adeta silinmesi ve alt gelir grubunun iyice zorlanması da bu sürecin bir başka boyutu.

Bu durum, bazı rejimlerde sıkça görülen bir şey: Toplumun farklı kesimlerini birbirinden koparmak, kutuplaşmayı besleyerek siyasi dengeyi kendi lehine çevirmek.

Elbette herkesin hikayesi farklı, ama tüm yaşananlar bir tesadüf değil.

protest türkçe rap
19 gün önce

türkçe rap, her ne kadar bazı kesimlerce yabancı kültür özentisi olarak görülse de, şahsım adına değerlendirdiğimde, bu müzik türünü modern bir âşık atışması gibi algılıyorum. elbette burada bahsettiğim, amerikan kültüründen ithal edilen kadın objeleştiren ve görgüsüzlük yayan, materyalist örneklerin dışında kalan kısımdır.

doğru kullanıldığında rap, halkın yaşadığı dertleri, sistemle çatışmaları, yok sayılan sesleri duyurmak için son derece güçlü bir araç olabiliyor. özellikle protest rap, halkın şikayetçi olduğu yaraları kaşımaktan ve gerçekleri yüzümüze vurmaktan hiç çekinmiyor.

çünkü protest rap, asla medyanın göstermek istemediği gerçek halkın sesi.

aşağıda, bu duruşu taşıyan bazı türkçe protest rap parçaları yer almakta:

Çağrı Sinci - Hep Biz Öldük Saian - Feleğin Çemberine 40 Kurşun Ozbi - Rant Hilafeti

ilk iş günü
20 gün önce

1 hafta çalışabildim. Kabul ettim artık; insanlardan emir komuta almak beni aşıyor. Artık birinin direktifleriyle değil, kendi kararlarımla bir yol çizmem gerektiğini fark ettim. Personel olarak çalışmak, zamanla gelişim aracı olmaktan çıkıp bana yük olmaya başladı. Bu kısa sürede bile, içimdeki “kendi ayakların üzerinde durma” isteği daha da güçlendi. Belki zor olacak ama özgürlük kolay yoldan gelmiyor. Şimdi sıra, gerçekten kendim için çalışmakta.

istemem eksik olsun
20 gün önce

Edmond Rostand’ın yazdığı Cyrano de Bergerac oyununda geçen tiradı –––– Ne yapmak gerek peki? Sağlam bir arka mı bulmalıyım? Onu mu bellemeliyim? Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı? Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı? İstemem!

Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret? Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım? Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip, Taklalar mı atmalıyım? İstemem! Eksik olsun!

Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli? Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli? Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli? İstemem! Eksik olsun böyle bir şöhret! Eksik olsun!

Ciğeri beş para etmezlere mi “yetenekli” demeli? Eleştiriden mi çekinmeli? “Adım Mercuré dergisinde geçse” diye mi sayıklamalı? İstemem! İstemem! Eksik olsun!

Korkmak, tükenmek, bitmek… Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek. Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek? İstemem! Eksik olsun! İstemem! Eksik olsun!

Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek… Tek başına… Özgür olmak… Dünyaya kendi gözlerinle bakmak… Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak… Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak… Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek, İsteyince Ay’a bile gidebilmek. Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.

beyaz yaka
22 gün önce

Beyaz yaka olmak, bazen görünmez bir işçiliğin kahramanı olmak gibi. içten içe parçalanıyorsun. Daha temiz bir gömlekle, daha kibar bir “rica” ile eziliyorsun. Patron “sadece iki dakika bakabilir misin?” diyor. İki dakikada 17 mail, 3 toplantı, 1 rapor yutuyorsun. Yine de gülümsüyorsun. Çünkü beyaz yaka mutsuzken bile profesyonel görünmek zorunda. Bir işi yetiştirince aferin almıyorsun. Sadece yeni bir iş daha geliyor.

Beyaz yakalı olmak, hayatını kazanırken yavaş yavaş kaybetmek… ama bunu Excel’de güzelce tabloya dökebilmek demek.

başarılı insan izlemek
23 gün önce

bugün bir kuyumcu abi çalıştığım yere geldi, öyle bir iş hâkimiyeti vardı ki… kuyumculukla uzaktan yakından alakam yok, hatta adamın ne yaptığını tam olarak anlayamadım bile. ama o kadar liyakatli, o kadar işinin ehliydi ki, sadece oturup hayranlıkla izledim. insan bazen konunun ne olduğu fark etmeksizin, bir işi gerçekten bilen, onu severek yapan birini izlemekten kendini alamıyor. o an, konu altın mı, pırlanta mı, hiç umrumda değildi. sadece işi bilen birinin detaylara olan hâkimiyetine, öz güvenli duruşuna ve ustalığına tanıklık ettim.

ilk iş günü
26 gün önce

5 yılın ardından yepyeni bir yerde, yepyeni bir masa başında ilk günüm. alıştığım ekran farklı. dosyalar açılıyor, klasörler yeniden isimlendiriliyor… içimde hem bir heyecan hem de tuhaf bir boşluk. “ctrl+s” refleksi hâlâ yerinde. tanıdık programlar, yabancı duvarlar. alışmak zaman alacak ama güzel şeyler olacak gibi. hadi bakalım

şükretmek zorunda bırakıldığımız sistem
1 ay önce

“azla yetin” dediler, “kanaat et”, “şükret”, “haline bak, daha beterleri var”…

biz büyürken bize öğretilen tek şey buydu: istemek ayıptı. fazlasını hayal etmek nankörlüktü. sanki aç kalmak, aç olduğunu bile söyleyememek bir ahlâk biçimiydi.

fakirlik bize bir erdem gibi yutturuldu. “zengin adam kibirlidir” dendi. çünkü gerçek kibir sahipleri, kendilerini gizlemek için mütevazılığı halka pazarladı. bize “alnının teriyle kazan” dediler ama birileri hep bizim alnımızdaki terle saraylar inşa etti.

anne “şükret, baban çalışıyor” dedi. baba “şükret, başını sokacak bir evin var” dedi. biz “neden hep şükreden taraf biziz?” diye sormaya cesaret edemedik.

çünkü sorgulamak da ayıptı. çünkü o sistem, şükredenler oldukça ayakta kalıyordu.

ve sonunda öğrendik: bazı insanlar için sistem her zaman işlemiyor.

19 mayıs
1 ay önce

atatürk’ün 1919’da, işgal altındaki bir milleti diriltmek üzere yola çıktığı gün. 16 mayıs’ta istanbul’dan yola çıkıp, 19 mayıs’ta samsun’a ayak basması sadece bir yolculuk değil, bir dönüm noktasıdır. emperyalizme karşı ilk adımdır. bu yüzden “atatürk’ü anma, gençlik ve spor bayramı”dır; çünkü o gün, bir milletin yeniden doğduğu, gençliğe emanet edildiği gündür.

nostalji
1 ay önce

Nostalji, güzel bir yalancıdır. Sana yalnızca en parlak anları gösterir. Her şeyin neden bittiğini ise gizler. Eski fotoğraflarda gezinir, geçmiş konuşmaları yeniden düşünür ve kaybettiklerinin şu ankinden daha iyi olduğuna kendini inandırırsın.

Ama anılara tutunmak seni iki dünya arasında hapseder. Bedenen buradasındır ama zihinsel olarak artık var olmayan anlarda yaşarsın. Bugünü, hayatlarına devam etmiş hayaletlere veriyorsun.

En zor gerçek ise şudur: Genellikle yalnız hatırlarsın. Sen her ayrıntıyı çözümlemeye çalışırken, onlar artık seni içermeyen yeni hikâyeler yazmışlardır. Onlar, senin hala tutunduğun şeyi bırakarak huzur bulmuşlardır.

Zihnin geçmişte yaşamak için tasarlanmadı. O tam şimdi için yaratıldı; yeni bağlar kurmak, iyileşmek ve geçmişin ötesine geçmek için.

istatistikler
  • toplam entry sayısı: 65
  • başlık sayısı: 46
  • aldığı beğeni: 137
  • günlük ortalama entry: 0.7