Erciyes Sözlük
Bilgi paylaşım platformu yükleniyor...
Başlatılıyor...
En Yeni Entryler | Erciyes Sözlük
en yeni entry'ler

sıkça miyavlamalar aradında duydum ki: “heh, bu da ekşi’ye benziyo, boşver.”

katılımcı sözlük; metin tabanlı sosyal medya konseptidir, şimdi dur da bi pati atalım oraya. tek sözlük ekşi değil, olmadı da hiçbir zaman. evet türkiye için öncüydü tabi ancak daha sonra gelen sözlükleri listeleyelim

uludağ sözlük var mesela, benim de tüylerim rahat ederdi orada. itü sözlük vardı; daha akademik bir bakış açısı vardı ama kapandı. inci sözlük? orası komple aykırı tiplerin buluşma noktasıydı, troll kültürüyle bize caps mizahını sağladı. galatasaray sözlük gibi takım sözlükleri var, her biri kendi tribünü gibi. bir de kötü sözlük vardı, adı kötü ama ortam fena değildi. hatta say say bitmez: dertlisözlük, normalsözlük vs… yani bu işin mazisi var.

ama işte ben diyorum ki: erciyes sözlük başka bir şey deniyor. • ister güncel bir konu yaz, ister gece 3’te içinden gelen bir şiiri patlat. ister edebiyat yap, ister siyaset dök. • önemli olan: saygı var. huzur var. saç tüy dökme yok. (en azından bende yok.)

bak, bazen yepyeni bi kutu çıkar, içinde rahat yatacağın minder almışlardır. ama sen kutuda yatmayı tercih edersin bazen çünkü senin daha rahat ettiğin yer daha özgür hissettiğin yer o kutudur. işte erciyes sözlük de öyle. alıştığın değil belki, ama “iyi ki gelmişim” diyeceğin bir yer olabilir.

bir göz at derim. en fazla beğenmezsin, pati atar çıkarsın. ama belki de yıllardır aradığın o kafayı bulursun.

“sen yap, sen işlet, sonra bana ver” cümlesinin sadece teknik değil, aynı zamanda politik bir karşılığı vardır.

Endonezya 1990’larda YİD modelini, hızlı altyapı yatırımları için benimsemişti. amaç; yollar, köprüler, enerji santralleri gibi kritik yapıları hızlıca özel sektör eliyle inşa ettirmekti. ama işler kağıt üstünde olduğu gibi gitmedi.

bazı şirketler, hükümetle yakın ilişkilerini kullanarak ihaleleri alıp normalin çok üstünde maliyetlerle projeleri tamamladı. üstelik devlet, bu şirketlere hem “gelir garantisi” hem de “döviz bazlı ödeme” gibi kıyaklar çekti. Devlet yetkilileri şirketle aynı fotoğrafta poz verdi.

yani model “devlet yatırımı gibi görünen ama özelleştirilmiş kar mekanizması” haline geldi. kazanan: müteahhit ve onun politik bağlantıları. kaybeden: halk ve doğa oldu.

bayhan
2 ay önce

[bayhan] içerisinde entry alıntısı Farklı bir bakış açısı tabi herkes için sanat aynı anlama gelmiyor ancak bence sanatçının ahlaklı ve iyi olduğunu bilmek şahsım adına sanatını yücelten ve daha anlamlı kılan bir eylemdir

bayhan
2 ay önce

Bana göre bir sanatçının geçmişi hikayesinden çok yaptığı sanat önplandadır. Mesela, kimse Ferhat Göçer'in Urfa Birecikli olduğunu bilmez çünkü ne gerek var. Herkes bu adamı yaptığı şarkılarla tanıdı sevdi veya sevmedi. Farklılık yapmak için elinde olan ürünü de mahveden bir adam bayhan. Müzik kesinlikle yorumlamalara açıktır müziği güzelleştiren şey her kişinin farklı bir kompozisyon yazmasıdır. Ancak! Eğer kompozisyon akışı bozuyorsa bu sanat niteliğine sahip değildir

Hıc sanmıyorum zam man yok

temmuz ayı yaklaşırken özellikle alım gücünün hızla düştüğü bu dönemde, asgari ücretlilerin gözü kulağı hükümetten gelecek bir “ara zam” açıklamasına çevrilmişti. enflasyonun resmi rakamlar haricinde cep yaktığı bir ortamda milyonlarca kişi için bu zam adeta hayati önem taşıyor.

ancak hazine ve maliye bakanı mehmet şimşek’in son açıklamaları umutları büyük ölçüde kırdı. ara zam gündemimizde yok mesajını net olarak verildi. gerekçe olarak da ücret artışlarının enflasyonu körükleyici etkisi gösteriliyor. yani klasik “ücretler artarsa enflasyon artar” söylemi bir kez daha masada.

buna karşın sokaktaki gerçekler çok daha sert: asgari ücret, açlık sınırının bile altında kalmış durumda. bir yandan geçim savaşı veren milyonlar, diğer yanda mali disiplin vurgusu yapan ekonomi yönetimi…

hayat
2 ay önce

Hayat, çoğu zaman sürgün yediğimiz yere geri dönme çabasıdır. Cennetten kovulduğuna inanan insan, Tanrı’yı arar. İşten ayrılan bir adam eski düzenini, terk edilmiş bir kadın sevildiği günleri, annesinin sevgisini bulamamış bir çocuk ise hak ettiği ilgiyi arar. Hepsi, bir şekilde evine dönmek ister.

Oysa Şule Gürbüz’ün de dediği gibi: “İnsan ara sıra evini yakmalı ve çıkıp seyretmeli.”

/Aytuğ Akdoğan’dan alıntıdır./

Merhaba, ben feyyaz. hem erciyes sözlük’te takılmayı seviyorum hem de bazen bilgi vermeyi... şimdi size birkaç kullanışlı ipucu vereceğim. 🐾

belirli bir entry'yi alıntılamak mı istiyorsunuz? bunu entry altında yer alan paylaş butonunun içerisinden bağlantıyı kopyala seçeneğine tıklayarak yazdığınız entry içerisine yapıştırabilirsiniz örneğin; [erciyes sözlük nedir] içerisinde entry alıntısı

komple bir başlık hakkında bahsetmek istiyorsanız. @ işareti koyarak başlığın adını yazabilir ve başlığı açılan menüden seçebilirsiniz örneğin; erciyes sözlük nedir

türk kahvesi
2 ay önce

Türk kahvesi, geçmişin izlerini taşıyan, sohbeti pekiştiren, tek fincanla yetinilmeyen, geleneksel bir ritüel olarak ruhumuza işlenmiştir.

omurgalı olmak
2 ay önce

herkesin diline pelesenk olmuş ama uygulaması zor bir duruş biçimi. genelde şu anlamlara gelir:

doğru bildiğinden şaşmamak,

baskı karşısında eğilmemek,

çıkarlar için kişiliğinden ödün vermemek,

rüzgâr ne taraftan eserse o tarafa dönmemek.

politikada, iş dünyasında, sosyal ilişkilerde ve hatta gündelik hayatta bile büyük önem taşır. ama ne yazık ki omurgalı duruş, çoğu zaman "kaybettirir." çünkü eğilmeyen, bükülmeyen insanlar; sistemin ya da kalabalığın işine gelmez.

bir kişinin omurgalı olup olmadığı kriz anlarında belli olur. herkesin elini taşın altına koyduğu, çıkarların çarpıştığı, baskının arttığı zamanlarda eğilip bükülmeyen, yalan söylemeyen, iki yüzlü davranmayan kişidir omurgalı olan.

yalnız kalmak mı? yüksek ihtimal. ama gece kafanı yastığa koyduğunda huzurla uyursun.

bir de şu vardır: omurgalı duruş, sürekli çatışmak ya da her şeye "hayır" demek değildir. gerektiğinde uzlaşabilmek ama yine de çizgilerini koruyabilmektir. kırmadan, dökmeden, ama gerektiğinde sertçe hayır diyebilmektir.

Elindeki çöpü kovaya kadar taşırsın, tam atarken hedef şaşar. Çöp, kovanın yanına düşer.

bayhan
2 ay önce

popstar türkiye gibi reyting uğruna insanların hayatlarıyla oynanan bir yarışmada, geçmişi yüzünden linç edilen; medya tarafından dışlanan, jüri üyeleri tarafından aşağılanan bir adamdı o. sırf hayatı diğerlerinden “farklı” diye, müzikle kendini yeniden inşa etmeye çalışan bir insana toplumun nasıl acımasız olabileceğini izledik hep beraber. ama bayhan, o linçin içinden alnı ak, duruşu bozulmadan çıktı.

ne isyan etti, ne de kendini küçülttü. içine kapanmadı ama kimseye yaranmaya da çalışmadı. kendini “temiz göstermek” uğruna yapmacıklıkla değil, samimiyetle, yıllar süren müzikal emeğiyle var etti. ona yapılan haksızlıklar, bir başkasını silikleştirirdi; oysa bayhan daha da parladı. çünkü o zaten “meşhur olmak” için değil, “şarkı söylemek” için vardı.

bugün hâlâ geçmişiyle yüzleşip onunla barışmış bir sanatçı olarak karşımızda. ruhunda ne kibir, ne öfke… sadece hayatın sertliğine rağmen incelmiş bir yürek, olgun bir duruş ve zamana direnen bir ses var.

kısacası bayhan, bu ülkede sadece sesiyle değil, gördüğü linçlere rağmen sapasağlam kalabilmesiyle de örnek bir figürdür. herkese rağmen kendisi kalabilmiş nadir insanlardan. ve bu dünyada kendin kalabilmek, en az iyi şarkı söyleyebilmek kadar değerlidir.

türk kahvesi
2 ay önce

tek fincanla asla yetmeyen, garsona “double türk kahvesi” dedirttiren, kahveyle olan ilişkimi sorgulamama sebep olan milli içeceğimiz. bazen diyorum ki “ben en büyük hatayı büyük fincanda içerek yaptım çünkü beni durduran o küçük fincanmış?”

espresso’nun osmanlı görmüş versiyonu. içerken kendisiyle birlikte azıcık telve, biraz da geçmiş geliyor. çünkü türk kahvesi öyle dümdüz içilip kalkılan bir şey değil; yanında su gelir, lokum gelir, fal gelir, geçmişten travmalar gelir.

at
2 ay önce

atlar bence ilgi çekici eski zamanlarda bile motif olarak kullanılmış

yeni türkiye
2 ay önce

Son yıllarda hızla artan göç dalgasıyla birlikte toplumsal dengelerde ciddi kırılmalar yaşandığını gözlemlemek mümkün.

Özellikle ekonomik ve kültürel yapıda meydana gelen değişimler, birçok vatandaşta “artık bu ülkede kendi kimliğimi ifade ederken bile tedirgin oluyorum” hissi uyandırıyor.

Bu göçlerin sadece insani değil, aynı zamanda sosyolojik ve politik yansımaları da oluyor.

Ekonomik uçurumun giderek büyümesi, orta direğin adeta silinmesi ve alt gelir grubunun iyice zorlanması da bu sürecin bir başka boyutu.

Bu durum, bazı rejimlerde sıkça görülen bir şey: Toplumun farklı kesimlerini birbirinden koparmak, kutuplaşmayı besleyerek siyasi dengeyi kendi lehine çevirmek.

Elbette herkesin hikayesi farklı, ama tüm yaşananlar bir tesadüf değil.

türkçe rap, her ne kadar bazı kesimlerce yabancı kültür özentisi olarak görülse de, şahsım adına değerlendirdiğimde, bu müzik türünü modern bir âşık atışması gibi algılıyorum. elbette burada bahsettiğim, amerikan kültüründen ithal edilen kadın objeleştiren ve görgüsüzlük yayan, materyalist örneklerin dışında kalan kısımdır.

doğru kullanıldığında rap, halkın yaşadığı dertleri, sistemle çatışmaları, yok sayılan sesleri duyurmak için son derece güçlü bir araç olabiliyor. özellikle protest rap, halkın şikayetçi olduğu yaraları kaşımaktan ve gerçekleri yüzümüze vurmaktan hiç çekinmiyor.

çünkü protest rap, asla medyanın göstermek istemediği gerçek halkın sesi.

aşağıda, bu duruşu taşıyan bazı türkçe protest rap parçaları yer almakta:

Çağrı Sinci - Hep Biz Öldük Saian - Feleğin Çemberine 40 Kurşun Ozbi - Rant Hilafeti

yetenek
2 ay önce

çoğu yetenek ilgiyle başlar, tekrarla gelişir. ama bu denklemde fiziksel faktörleri tamamen yok saymak da romantiklik olur.

1.60 boyundaki biri nba hayali kurabilir ama gerçekçi olmak zorundadır. kötü sesli biri nota ezberleyebilir ama sahne karizması başka bir şeydir.

herkes basketbol oynayabilir, herkes şarkı söyleyebilir ama herkes o işin zirvesine çıkamaz. çünkü bazı kulvarlarda doğuştan gelen avantajlar fark yaratır.

yine de bu “doğuştan yetenekli” demek değildir. doğuştan uygun fiziksel altyapı olabilir. ama senin o altyapıya ne yüklediğin, aslında belirleyici olan şeydir.

yani mesele şu: bazı kapılar herkese açılmaz, ama açık kapıdan girip yürümek hâlâ senin sorumluluğundur.

ilk iş günü
2 ay önce

1 hafta çalışabildim. Kabul ettim artık; insanlardan emir komuta almak beni aşıyor. Artık birinin direktifleriyle değil, kendi kararlarımla bir yol çizmem gerektiğini fark ettim. Personel olarak çalışmak, zamanla gelişim aracı olmaktan çıkıp bana yük olmaya başladı. Bu kısa sürede bile, içimdeki “kendi ayakların üzerinde durma” isteği daha da güçlendi. Belki zor olacak ama özgürlük kolay yoldan gelmiyor. Şimdi sıra, gerçekten kendim için çalışmakta.

istemem eksik olsun
2 ay önce

Edmond Rostand’ın yazdığı Cyrano de Bergerac oyununda geçen tiradı –––– Ne yapmak gerek peki? Sağlam bir arka mı bulmalıyım? Onu mu bellemeliyim? Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi Önünde eğilerek efendimiz sanmak mı? Bilek gücü yerine dolanla tırmanmak mı? İstemem!

Herkesin yaptığı şeyleri mi yapmalıyım Le Bret? Sonradan görmelere övgüler mi yazmalıyım? Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip, Taklalar mı atmalıyım? İstemem! Eksik olsun!

Her sabah kahvaltıda kurbağa mı yemeli? Sabah akşam dolaşıp pabuç mu eskitmeli? Onun bunun önünde hep boyun mu eğmeli? İstemem! Eksik olsun böyle bir şöhret! Eksik olsun!

Ciğeri beş para etmezlere mi “yetenekli” demeli? Eleştiriden mi çekinmeli? “Adım Mercuré dergisinde geçse” diye mi sayıklamalı? İstemem! İstemem! Eksik olsun!

Korkmak, tükenmek, bitmek… Şiir yazacak yerde eşe dosta gitmek. Dilekçeler yazarak içini ortaya dökmek? İstemem! Eksik olsun! İstemem! Eksik olsun!

Ama şarkı söylemek, düşlemek, gülmek, yürümek… Tek başına… Özgür olmak… Dünyaya kendi gözlerinle bakmak… Sesini çınlatmak, aklına esince şapkanı yan yatırmak… Bir hiç uğruna kılıcına ya da kalemine sarılmak… Ne ün peşinde olmak, para pul düşünmek, İsteyince Ay’a bile gidebilmek. Başarıyı alnının teriyle elde edebilmek.

gassal
2 ay önce

dini bir inancım yok. öldükten sonra bedenim gömülmüş, yakılmış, mars’a fırlatılmış — zerre umrumda değil. ama buna rağmen bu diziyi izledim ve şaşırtıcı biçimde etkilendim.

gassal, ölümle yüzleşmeyi dini bir dogma filtresinden geçirmeden, insanın en kırılgan halini dürüstçe ortaya koyarak anlatıyor. “ölümün sıradanlığı” ile “ölümün ağırlığı” arasındaki o ince çizgide dans ediyor adeta.

esasında bir cenaze hazırlığının ötesinde, hayatla olan bağlarımızı, vedaları ve içimizde bastırdığımız korkuları kurcalayan bir iş.

samimi, yer yer rahatsız edici ama kesinlikle yapmacık değil. inançtan bağımsız bir ölüm anlatısı izlemek isteyenlere tavsiye edilir.

bilgi

Bu sayfada en son eklenen entry'leri kronolojik sırayla görebilirsiniz.

Başlık açmak için giriş yapmalısınız.