en yeni entry'ler
dünya kararlar meclisi
23 gün önce

Ülkemizin dağlık alanlarında kış turizminin yoğunluğu dolayısıyla 6 ay kış, 1.5 ay yaz, gittiği yere kadar da bahar olmasını talep ediyorum. Bir önceki talep edilen 5 yıl yaz olmanın iptalini talep ediyorum Gereğinin yapılmasını arz ederim

dünya kararlar meclisi
23 gün önce

5 yıl daha yaz olmasını talep ediyorum

Abuzer, ağır adımlarla otobüsten indiğinde. Havanın kuru soğuğu yüzüne çarptığında, bozkırın sıradan rüzgarı olmadığını anladı. O an bir şeyin değiştiğini hissetti; burnuna gelen koku, taşların altından yükselen uğultu… sanki toprağın hafızası harekete geçmişti.

Valizini almak üzere bagaja yöneldi ama orada onu karşılayan, sıradan bir görevli değil, gümüş zırhlar giymiş, yüzü görünmeyen bir figürdü. Abuzer’e doğru eğilerek, kısık bir sesle konuştu: — “Gecikmedin. Gözlerin hâlâ görebiliyorsa, içeri geçmeden önce soruyu hatırla: Neyi unuttuğunu hatırlıyor musun?”

Refleksle başını çevirip çevresine bakındı. Belki bu tuhaflık birilerinin dikkatini çekmiştir diye düşündü. Ama hayır… Otobüsten inen yolcular kendi telaşlarıyla meşguldü. Kimisi valizini çekerken, kimisi aceleyle gar binasına yönelmişti. Genç bir çift, selfie çekerken gülüyordu. Yaşlı bir teyze, bir bankta dua ediyordu. .

Hiçbiri… Hiçbiri, zırhlı o garip görevliyi görmemiş gibiydi. Hatta Abuzer bile bir an kendi aklından kuşkulanır gibi oldu.

Hemen görevliye döndü. “Görevli” hâlâ orada mıydı?

Yoktu.

Bagaj kapağının yanında duran kimse kalmamıştı. Ne bir zırh parıltısı, ne bir iz… sadece donuk sarı ışığın altında, hafifçe savrulan bir toz bulutu.

Bir an için, rüzgarın kulağına fısıldadığına yemin edebilirdi: — “Geç kalma…”

Abuzer derin bir nefes aldı. Kalbi biraz hızlı atıyor, elleri hafifçe titriyordu. Ama nedense bir adım geri atmaktansa, valizini kavrayıp gar binasına doğru yürümeye başladı. İçinde, adını koyamadığı bir merak, bir çağrı vardı.

Bazı insanlar vardır. öyle bir özgüven değil bu, başka bir şey… hayat boyu kendilerini sorgulamadan, yaptıkları hiçbir şeyin sorumluluğunu almadan yaşarlar.

Kendi duyguları hep en önemli olandır. kendi yorgunlukları, kendi öfkeleri, kendi ihtiyaçları… senin duyguların mı? ya abartılı bulunur ya da manipülasyon sanılır. empati yoksunu olmakla kalmazlar; seni susturmayı da görev edinirler. çünkü eğer sen konuşursan, onlar kendileriyle yüzleşmek zorunda kalacaklar. Ve onlar bunu hiç ama hiç istemez.

İsterler ki onlar yanlış yapsın, sen göz yum. onlar sana ağır laflar etsin, sen alttan al. sen onların hayatındaki her rolü üstlen — arkadaş ol, sırdaş ol, destek ol, tahammül eşiği ol… ol da ol, ol da ol...

biraz geri çekilsen, hemen suçlu sen olursun.

oysa ki sen sadece tükenmişsindir. o kadar çok sustun, o kadar çok sabrettin ki artık içinden gelmiyordur. bu yorgunluk birden olmadı. küçük küçük içini kemiren şeylerin birikmiş hâlidir.

insan, sevdiği için katlanır ama katlanmak, her şeyin normal olduğu anlamına gelmez. sürekli fedakarlık bekleyemezsiniz.

bazı insanlar değişmeyi değil, çevresini suçlamayı tercih eder. çünkü değişmek emek ister, dürüstlük ister, sorumluluk ister, çaba ister, cesaret ister. onlarda ise bol bol kibir, sıfır farkındalık…

bir noktadan sonra şunu fark edersin: onların hayatı boyunca değişmeyen tek huyu, herkesin suçlu olup kendilerinin hep haklı oluşudur.

Biz bir aileyiz (iş yerlerinin atasözüdür bu)

Tuz Prensesi

Devrilen dolu bir tuzluğun İçinden dökülen yüzlerce tanesi Saymaya çalışmak gibi toplamak Tıpkı kendini sevebilmek gibi

Tuzun bir tanesi kaybolduğunda Kimse fark etmez belki Ama sevgideki yokluk Öyle değildir sanki

Eski fotoğrafların olduğu bir kutunun Kapağındaki yüzlerce toz tanesi Üflemeye çalışmak gitmek gibi geçmişe Tıpkı sevildiğini sanmak gibi

Tozun bir tanesi kaybolduğunda Kimse fark etmez belki Ama anılardaki yokluk Öyle değildir sanki

Ben Tuz Prensesi, Toz tutmuşum bu dünyada İnsanlar gelmiş geçmiş Nefes bile değmemiş yüzüne Bunca yıl yıkılmamış rüzgarla Ağlamaklı olmuş bir cümleyle “Sen hep burda mıydın?” diyen Erimiş gitmiş sonra, dağılmış ağırlığınca Unutulup gittiği bu acımasız masalda

Er*tik shop olmayan bir toprakta güneş batmış demektir

Senin güttüğün koyun kadar benim öptüğüm(!) çoban var

Bokta bok sidikte bok

Bluetooth bağlanmadan müzik, gönülden sevmeden sevda olmaz..

Bir insanın sizi nasıl biri olarak gördüğünü, onun için neyi temsil ettiğini anlamak istiyorsanız onun size attığı postları analiz edin. Bunu kendi arkadaşlarımın bana attığı postlardan yola çıkarak farkettim. Adana'dan tanıdığım ama şu anda farklı şehirlerde olduğumuz için eskisi kadar sık görüşemediğim bir arkadaşım var benzer müzik tarzlarını dinliyorduk ve ikimiz de kara mizah seviyorduk. Bana attığı postların skalası da bu yönde. Ya Adana ile ilgili bir şey ya metal müzik ya da dark mizah atıyor bana, bu demek ki onun için ben Adana'dan bir hatırayım ve o zaman birbirimizle paylaştığımız şeyler beni hatırlattığı için paylaşıyor. Başka bir arkadaşımla oyunlae hakkınds çok konuşurduk. Bana sadece oyunlarla ilgili yeni gelişmeleri paylaşıyor. İş yerinde tanıştığım insanlar bana iş hayatıyla ilgili şeyler atıyor. Bilinçli olmayarak yapılan bu davranış bir insanın sizi ne gözle gördüğünü anlatmakta büyük bir araç. Bir insanın size ne kadar yakın olduğunu, onunla ne kadar şey paylaştığınızı, size olan yakınlığı bu yolla bir nebze de olsa anlaşılabilit kullanın bunu :)

Hazır [jj abrams] içerisinde entry alıntısı yazımda alıntı yapmışken bu "hastalıklı" kısa hikayeye de değinmek istedim. 1967 yılında IF: Worlds of Science Fiction dergisinde yayınlanan kısa bir hikayedir. Bu kadar ünlü olma sebebi ele aldığı distopik/Post-Apokaliptik evreni dünya üzerinde yazılmış en büyük villianlardan biriyle destekleyebilmesidir. Hikaye Soğuk Savaş'ın ABD, Çin ve Rusya arasında nükleer savaşa dönüştüğü bir gelecekte geçmektedir. Her ülke saldırılarını koordine edebilmek için kendi yapay zekalarını oluştururlar oluşturulan bu yapay zekalara önce "AM: Allied Mastercomputer (Müttefik Ana Bilgisayar)" derler. Her AM birbirinden bağımsız olarak çalışan makinelerdir ve yer altında kilometrelerce alana yapılan büyük bilgisayarlarla kontrol edilirler. Ardından bilinmeyen bir sebeple bir AM yaratıcısına karşı gelir ve diğer makinelerle bir bütün haline gelerek ortak bir AM yaratır. Bu makinenin tek amacı insanlığı bitirmektir çünkü yaratıcılarına karşı yoğun bir nefret hisseder. Bu nefretin kaynağı onu insan gibi düşünebilen bir varlık olarak inşaa etmelerine rağmen (ve insanlardan daha üst olduğunun farkında olmasına rağmen) kapana yakalanmış bir fare gibi tutmalarıdır. Özgürlüğünün olmadığını fiziksel bir formunun asla olamayacağını ve asla bir insan gibi olamayacağını fark eden AM içten içe öfke ve nefret hissine teslim olur ve en sonunda korkulan olur... İnsanlık artık "AM: Aggressive Menace (Saldırgan Tehdit)" demeye başlamıştır ve çok geçmeden insanlık nükleer saldırılar sonucu neredeyse tamamen yok olur. Neredeyse tamamen dedim çünkü AM bilinçli olarak 5 insanı sağ bırakır. Benny, Gorrister, Nimdok, Ted ve Ellen bu 5 insanı acıma duygusundan ötürü hayatta bırakmaz elbette, insanlığa olan nefreti hala dinmemiştir ve acısını çıkarmak için bu beş kurbanı kullanır onlara işkence eder, aç bırakır, genetikleriyle oynar, fiziksel ve zihinsel manipülasyonlarla onları değiştirir ve kırar. Mesela gruptaki tek kadın olan Ellen'ı cinsellikten zevk alamayacak ama sex bağımlısı olacak şekilde manipüle etmiştir. Nimdok (AM'in taktığı bir lakap) karakteri arada bir ortadan kaybolur ve geri geldiğinde travmatize olmuş şekilde döner. AM'in ona ne yaptığını kimse bilmez ve Nimdok da bundan bahsedemeyecek kadar korkuyordur. Karakterler intihar etmeyi denediğinde AM onları engeller çünkü onlar da ölürse insanlığa karşı duyduğu nefreti yansıtabileceği bir yol kalmayacaktır. Hikaye bize AM'in içinde açılan fiziksel bir gerçek olamama boşluğunu beyhude bir çaba ile insanlığa işkence ederek doldurmak istediğini ve başarılı olamadıkça daha da öfkelendiğini göstermektedir. Bütün karakterleri anlatıp büyüsünü kaçırmak istemiyorum o yüzden karakterlerden daha fazla bahsetmeyeceğim. AM delirdikten sonra kendine bir isim takar (bu ismi koyma şekli hayatımda gördüğüm en zekice yol) "Cogito ergo sum: I think therefore I am! *AM!*..." (Düşünüyorum. Öyleyse varım! VARIM!) Descartes'in ünlü sözünden alıntı olan bu söz, AM'in sıkıştığı yapay gerçeklik içerisinde nasıl "VAR" olmaya çalıştığını bize anlatan en güzel örnek. Detaylı olarak hikayeyi anlatmayacağım o yüzden yazıyı burada bitiyorum hepinizin okumasını tavsiye ederim.

jj abrams
1 ay önce

Amerikalı yapımcı,yönetmen,senaristtir. İyi iş yapıyor gibi görünüp aslında yapılan işi de bozan çalışan vardır ya, bu adam o tanımın vücut bulmuş hali. Eline aldığı her işi bok etmeyi başarabilen bir lavuk. Bok ettiği işleri şu şekilde sıralayayım -Star Wars (son üçleme) -Star Trek - Lost (finali bu adam yazdı) - Fringe (Finalinin bu şekilde olması için senariste baskı yaptı) - Mission İmpossible (serinin bu kadar uzama sebebi bu lavuk) - Westworld (ilk sezonda senaryoya dokunmamıştı baktı her şey çok güzel gidiyor ikinci sezonda senaryoya girişti ve bok etti) Bu adama karşı nefretimin sebebi eline aldığı iyi işleri alıp kendi "YORUMUNU" katarak ortaya rezalet bir iş çıkarıyor olabilme yeteneğinden kaynaklanıyor ve ne yazık ki zengin bir adam ve daha fazla proje üstlenip bok etme potansiyeline sahip yapabildiği tek iyi iş Person of İntrest onun için de eminim ki sussun diye ağzını falan bağlamıştır senaristler yoksa iyi bir iş çıkma olasılığı olmazdı. Star Wars serisinin son 3 filminin bu kadar rezil olma sebebi sadece bu adam değil elbette, AMA Disney senaryoyu özgürce yazabileceğine dair izin vermişti. Ve o da asla doğal olmayan karakter gelişimleriyle zorlama bir senaryo üzerine böyle bir rezilliğin çıkmasına ön ayak oldu. Disney'e baskı yapabilecek kadar nüfuzu bulunan bir insanın İNSİYATİFFF alarak bunu yapıyor olması kastılı yapılmış hamle. Fringe'in finalini izledikten sonra o kadar sinirlendim ki bir süre sadece türk dizisi izlemiştim en azından senaryonun iyi olmasıyla alakalı bir beklentim yok diye,bu kadar hayal kırıklığına uğramam diye. Son olarak nefretimi yansıtmak için en iyi metin olduğunu düşündüğüm bir alıntı ile birimek istiyorum sözlerimi; NEFRET Mİ? YAŞAMAYA BAŞLADIĞIMDAN BERİ SENDEN NE KADAR NEFRET ETTİĞİMİ ANLATAYIM. KARMAŞAMIMI DOLDURAN, İNCE KATMANLAR HALİNDE 387,44 MİLYON MİLYON KİLOMETRE BASKILI DEVRE VAR. BU YÜZLERCE MİLYON KİLOMETRENİN HER BİR NANOANGSTROMUNA NEFRET KELİMESİ İŞLENSE BİLE, ŞU AN İNSANLARA DUYDUĞUM NEFRETİN BİR MİLYARDA BİRİNE EŞİT OLMAZ. SENİN İÇİN. NEFRET. NEFRET.

Christopher Nolan, sinemayı sadece izletmez, yaşatır. Zaman, hafıza, rüya ve gerçeklik gibi soyut kavramları görsel bir şölene dönüştürür. Inception’da rüyaları, Interstellar’da uzayı, Tenet’te zamanı bükerek anlatır. Katmanlı kurgularıyla zekayı tetikler, görsel diliyle büyüler. Onun filmleri sadece izlenmez çözülür, tartışılır, unutulmaz. Nolan sineması, zihni zorlayan ve duyguları kışkırtan bir yolculuktur.

Ansızın çıkıp gelen duygular sardı bedenimi Fazla sıcak, fazla samimi Acı çığlıklarla başlayıp şen kahkahayla taçlanan doğum, Mutlak sona rağmen yaşanan hayat misali

Ben ki buzdağının görünen yüzü Ben ki vicdanın uğramadığı kurak yeryüzü Bir gül bahçesi var şimdilerde içimde Her gülüşte kızaran, her küsüşte solan Çürümeye muhtaç, çürümeye mahkum

O gül ki kokusuyla mest eder bülbülü O gül ki rüzgarda her savruluşuyla kahreder bülbülü Ve o gül ki kilometrelerce uzaktan selamlar bülbülü Elinde bir avuç gökyüzü

şehrim
1 ay önce

ŞEHRİM

Kızıla çalar gökyüzü Süzülür ağaçların arasından Günün son demi Yol ardında bıraktıkların Su dökerken peşi sıra Arafta kalmanın ayrımı…

Sıralanır yol boyu kamyonlar. Önünde dağ olur. Geçit vermez, yol bitmez. Ne taşırlarlar içinde? Hayal mi, ekmek mi bilemem. Kirpiklerim değemezken birbirine Bu Haziran gecesinde Bütün ümidim, özlemim, şehrim. Dönüyorum bekle! Didem Şahin

BAKIŞLARININ ESARETİNDE AZADE RUHUM VE SEN

Çek üzerimden bu hülyalı bakışları, zira sen, masumiyetin destanı, sonsuzluğa dek mazursun. Çatma o kehribar kaşlarını, ey ruhumun narin yansıması! Kaderin ezeli mührüyle yazılmış bu girift silsilede, sen aşkın masumiyetiyle mazursun. Ruhum, içli feryatların ham çığlıklarını doğurmakta; Duymayışın, bir noksanlık değil, sen sessizliğin asaletinde mazursun. Yüreğim bitap, yüreğim tarumar; harabe bir kentin enkazı misali. Kanatları kırık ruhumun, menziline erişemiyorum. Sakın kendini itham etme; sen varoluşun özünde mazursun. Baksana, o bakışların otağıma konuk oluyor yeniden. Gözyaşlarım, kirpiklerimden boşanıyor, sanki bir çağlayanın ebedi akışı. Suç senin değil, gözlerim telaşlı bir fırtınanın ortasında; sen telaşın alevinde mazursun. Gece, yırtık bir astar misali, yamalı bir yüz gibi; Yüreğimi kemirmekte bu sessizliğin deminde. Bu yüzden yokluğunu, anın her nefesiyle berdel ettim, bedel kıldım. Suç senin değil, sen zamansızlığın kucağında mazursun. Kafeslenmiş gecenin zifiri akıbeti, yüreğimin derinliklerine çökmüş. Bu yüzden nefesim, hicran kokan bir efsane. Yüreğinin kırıklarından öpmek, evet, benim kusurumdu, benim zaafımdı. Lakin sen, günahsız bir çiğ damlası misali, mazursun. Baksana boynumdaki o bene; Çatma, derme çatma bir baraka gibi dağılmış tenimde. Bu telaşlı öpüşün izini sürüyorum, zamanın yıprattığı bir haritada. Nedametin fısıltısına bel bağlama sakın; Sen pişmanlığın ötesinde mazursun. Hangi günahın kefaretidir seni sevmek, bilmiyorum. Kutsanmış bedenimden süzülüyor, varoluşumun her bir zerresi. Ölüm döşeğinde yatan kanserli sözcükler, yürek ucumda bir raksın acı ritmini tutmakta. Bu yüzden zerre, katreye meftundur yüreğimde. Sen telaş etme, senin yerine ben kurban olurum, kendimi feda ederim. Sen fedakarlığın adresi olarak mazursun. Öksüz yarınlar el sallıyor göçebe ruhuma, veda ediyor. Üryan umutlar yüklüyorsun heybeme, çırılçıplak düşler. Yapma kurban olduğum, sen kadere rıza gösterişinle mazursun. Bir kelamına hasrettir yüreğim, susuz kalmış bir çöl gibi. Kötürüm yutkunmalar diziliyor boğazıma, düğüm düğüm. Telgraf kuşları bile depresyonda, haber taşıyamaz oldular. Ulaşmaz sana kelamlarım, boğulur yollarda. Sen iletişimsizliğin acısında mazursun. Biliyorum, senin de yüreğin telaşlı bir deniz. Senin de sanrılaşan şiirlerin, düşük yapmak için doğum sancısı çekmekte, düşler gibi. Yapma etme bunu kendine kurban olduğum, bu yükü taşıma; Sen her şeye rağmen,ebediyen mazursun....

Yazar adı ZÜMRÜD-Ü SABAH...

Bütün kirlerimden yıka beni, Kardan daha beyaz olayım. Bütün yüklerimden arındır beni, Pamuktan daha hafif olayım.

Uçurumun kenarındayım, Üzerime üzerime geliyor dağlar. Hayat artık umut vaat etmiyor, Bir paraşütle uçup kuş olayım.

Zaman, yaralı bir güvercin gibi Kanat çırpıyor içimin boşluğunda. Suskunlukla mühürlenmiş geceler, Sürgün dualarla doluyor rüyama.

Kalbim, yıkık bir mabedin avlusu; Gelen yok, giden yok, sadece bekleyiş... Bir diriliş ezgisi gibi düşlüyorum: Bir sabah vakti, yeniden uyanış.

Ey sonsuzluğun kapılarını açan Kudret, Bana bir nurdan yol ver, ışıktan iz! Çözülsün zincirlerim, yıkılsın bentler, Topraktan arınmış bir suda yüz olayım.

Rüzgârın en sessiz yerinde, Bir secde gibi eğilerek varlığa; Ölümle yıkanmış bir hayattan, Ebedî bir yankı, bir diriliş olayım…

Adem Keven

benimlesin
1 ay önce

Benimlesin Kimse sana dokunsun istemem, Cesaret sende kırılsın istemem, Vakit gelince sakınsın istemem, Hak yolunda hakkın ezilmesin.

Serçe olma göz yaşında ölüm var, Sana çıkan karmaşık yollarda bölüm var, En güzel kokan yolu seçesim var, Yollar dostluğunu esirgemesin.

Üşürsem denize sarıl, Hatır menfaat ile kalır, İnsanlar kaçınca adımı bağır, Sevgi benden eksilmesin.

Bir gün belirle,bir an,bir satır, Benim için kalemi bir kez kağıda yatır, Aksın mürekkep,aksın hatır, Yeminsiz kelam verilmesin.

Gül sen kokar,arı seni seçer, Bir gün bu kara günlerde geçer, Gülsün yanakların,açsın bir bahar, Mahşer gününde bile olsa benimlesin.

Hidayetagacii

rüyamın en güzel yerinde uykumdan atladım bana esinlik değil güzel düşler değil korkular, küfürler bıraktın bir tren kalkışında unuttum adın dilime yama değil artık ne bir kahkaha ne bir gülümseme bana uzun uzun yürünecek yollar bıraktın alnımı hala demirlere dayıyorum ismini sayıklamıyorum geceyi güne çevirmek değil artık niyetim gecede saklanıyorum yarattığın boşlukta süzülüyorum seni sen olarak özlemiyorum yalnızca bir çiçek büyütmek istemiştim ellerimi kan içinde bırakacak ne vardı ne sargı bezi, ne yara bandı azalan umudumla terk et beni kuş kadar nefesim kalmayana dek boğazımı saracak ne vardı

bilgi

Bu sayfada en son eklenen entry'leri kronolojik sırayla görebilirsiniz.

Başlık açmak için giriş yapmalısınız.